Biraz önce en sevdiğim ve büyük bir hayranlıkla takip ettiğim üstadlarımdan birinin gönderdiği bir mail ile gözyaşlarımı tutamadım. Cumhuriyet tarihinin ilk kadın hakimi olan Adalet Yılmaz'ın son gününü ve Anıtkabir'i son ziyaretini anlatan bir yazıydı bu. Adalat Hanım, bütün gün kendisiyle kalması için bir taksi kiralıyor. Taksi şöförüyle birlikte, her ay düzenli olarak yaptığı gibi, ilk önce Anıtkabir'i ziyaret ediyorlar. Atatürk'e verdiği sözü yerine getirdiğini ve hakim olmasını istediği için ona olan minnettarlığını anlatıp çiçeğini bırakıyor. Sonra da bankadan tüm parasını çekiyor, yarısını Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu'na, kalan yarısını Seyranbağları huzur evine bırakıp, taksi şöförüne kendisini Cebeci Asri Mezarlığı'nda bırakmasını istiyor. Ertesi sabah taksi şöförü tüm gazetelerde Cumhuriyet döneminin ilk kadın hakimi Adalet Yılmaz'ın Cebeci Asri Mezarlığı'nda eşinin ve oğlunun mezarı başında ölüp kaldığını okuyor ağlayarak... Daha fazla ücret almak için ona yalan söylemiş, sonra gerçeği anlatıp özür dilemişti şöför. Sonra da sadece taksi sahibinin parasını istemiş, kendisi için alacağı parayı reddetmişti. O zaman Adalet hanım ısrarla parayı vermiş ve şöyle demişti: "Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.". Şöför bir taraftan ağlıyor, bir taraftan mırıldanıyordu: " Senin Atatürk'e verdiğin söz gibi, ben de sana söz veriyorum Adalet Hanım. Senin öğütlediğin gibi büyüteceğim çocuklarımı." Bizim büyükbabalarımızın, büyükannelerimizin çocukluğu zordu. Kurtuluş savaşı sonrası ekmeğin, somunun bile bulunmadığı sefalet yılları. Annelerimizin, babalarımızın çocukluğu da çok zordu. İkinci dünya savaşı sonrası çocuklarıydılar. Yoksulluk, yoksunluk yılları ve neredeyse yarı aç, yarı toktular. Sonrasında Kıbrıs Savaşı ve yine yoksunluk. Sıcak savaş yılları bitiminde ise, bizim çocuklarımız birbirini kırdı. Bombalar patladı, silahlar uçuştu, kardeş kardeşi vurdu gözünü kırpmadan. Bizimle çok oynadılar çok. Ama bitmedi... Bizim çocukluğumuz da zor geçti topyekün. Ne teknolojimiz ne deimkanlarımız vardı. Eğitim için de, yaşamak için de kısıtlı bütçeler ve sınırlı olasılıklarla büyüdük. Ama tıpkı bizden önceki kuşaklar gibi, her şeye rağmen, sevgi ve saygı çerçevesinde, oyun oynayarak ve birbirimizi severek büyüdük. Birbirimizin gözlerinin içine bakardık konuşurken, birbirimize zaman ayırırdık. Evde, okulda, mahallede erdemli ve ahlaklı olmak öğretilir, gelenek, görenek, adet ve değerlerle büyütülürdük. Aile içi ve dışı sevgi ve iletişim kuralları ilk önce ailede, sonra öğretimle birlikte okulda devam ederdi. Okul sadece öğretim değil eğitimin devamı niteliğinde idi. Şimdi! Çocuklarımızı kaybediyoruz. Pat diye konuya giriyorum ve her fırsatta feryat figan da bunun altını çizmeye devam edeceğim yaşadıkça ve her ortamda. Çocuklarımıza gereğinden fazla para vermek, lüzumundan fazla imkan sunmak, son moda mobil telefonları ellerine vermek, en iyi marka diz üstü bilgisayarları daha küçücükken çizgi film izlesin ayağımın altından kaybolsun diye tutuşturuvermek... İnanın onları kaybediyoruz! Sadece onları değil! Bizim geleceğimizi! Ülkemizin geleceğini de! Gezegenimizin geleceğini de kaybediyoruz! Onlara para verip, teknoloji verip, marka bağımlısı yaptık. Elimizde mobil telefonlarımız saatlerce sosyal medyada vakit geçirdik. Onları görmedik. Onların sadece sevgimize, şefkatimize, rehberliğimize ihtiyacı vardı. Ya görmezden geldik, zaman ayırmadık, ya da fazlasıyla koruyucu olduk, onların adına, onların yerine yaptık her şeyi. Ödevlerini bile yaptık. Onları yarıştırdık kardeşleriyle, yaşıtlarıyla. Ya şimdi... Şimdi, hepimizin elinde bir mobil telefon. Eve girdiğimiz andan, uyuyana kadar, aynı odada bile olsak birbirimizi görmüyoruz. Tek bir kelime konuşmadan, birbirimizi görmeden, aynı odanın içinde, günler haftalar geçiyor. Onlar sanal dostluklarla, sanal ilişkilerin içinde, sanal bir dünyayla tek başına kalakaldılar. Gerçek olmayan bir dünyada, gerçekmiş gibi yaşıyor, olmayan arkadaşlıkların içinde, yanlışlar üzerine bir dünya kuruyorlar. Tüm değerlerini ve kültürlerini kaybetmek üzereler. Yalnızlar, yalnızlaştırıldılar. Bizi hiç bir şekilde yok edemeyen, alt edemeyen, karanlık güçler, çocuklarımızı bizden alarak bunu başaracaklar. Çocuklarımızı kaybediyoruz! Lütfen hala çok geç değilken, toparlanalım. Onlara ulaşmanın bir yolunu bulalım. Onları geri alalım. Atalım elimizden şu telefonları. En azından evin içinde atalım! Anne babalık sanatıyla ilgili özel eğitim alanlarımız az sayıda olduğu için, çoğumuz ailelerimizin bize öğrettiği gibi ve davrandığı şekilde davranıyoruz onlara. Sistem böyle işlemiyor artık. Yeni yöntemler bulmalıyız. Onlarla oynayalım, zaman geçirelim. Onlara sevgimizi verelim, ilgimizi verelim. Aşırı özgüven de onlara çok zarar verir ve çok tehlikelidir. Aşırı özgüven pompalamadan, kendilerine güvenmeyi öğretelim. Evde neşeli olursak, eğlenceli olursak bize geri dönerler. Birlikte mısır patlatalım eskiden olduğu gibi, tombala oynayalım, iskambil, dama, sessiz sinema oynayalım, kızma birader oynayalım. Bizimle eğlenebilir, güzel zaman geçirirlerse, ne sosyal medya özentileri olur, ne de yanlış arkadaşlıklar riski. Çocuklarımızı, en tehlikeli bağımlılıklardan biri olan sosyal medyadan kurtarmanın başka yolu yok. Onlarla keyifli zaman geçirmekten, ev hayatını neşeli kılmaktan başka. Popüler kültür, popüler medya, moda endüstrisi, sosyal medya, TV ve sinema endüstrisi, çizgi filmler, subliminal mesajlar, 25. kareler, bilinçaltı teknolojisi. Çocuklarımız üzerine oynuyorlar. Uyanmalıyız! Henüz çok geç değilken hala! Onların düşünceli, şefkatli ve akıllı yetişkinler olması için, kendileri, ülkemiz ve gezegen için faydalı insanlar olmaları için onları yetiştirme şeklimizin doğru yol olduğunu ümit ederek, kitap okuyarak ve bu konudaki uzmanları dinleyerek kendimizi geliştirmeliyiz. Ve hatta kendimizi değiştirme cesareti gösterip, yenilenip, değişime kendimizden başlamalıyız. Aksi halde derin pişmanlıklar için geç kalmış olabiliriz. Robin Sharma'nın ünlü bir sözü vardır: "Oğlum küçükken sık sık sırtıma binerek oynamak isterdi. Bunu ne kadar sevdiğini bilmeme rağmen, çoğunlukla onunla oynayamayacak kadar meşguldüm. Okunacak raporlarım, katılmam gereken toplantılarım ve ardı arkası kesilmeyen telefon görüşmelerim vardı. Şimdi o büyüyüp evi terk ettiğinde, bir şey farkettim: O küçük çocuğu sırtımda taşımak için dünyadaki her şeyi verebilirim."
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU