İnsanoğlu, varoluşundan itibaren, temel ihtiyaçlarını karşılayıp, hayatta kalma sanatını öğrendiği andan itibaren, ölümsüzlüğü keşfetmenin peşine düştü. Mağara duvarlarına çizdikleri resimlerle kendilerini ölümsüzleştirmeyi denediler. Ruhlarındaki ebedi var oluş duygusunu, kimi zaman korkuyla, kimi zaman inanç dürtüsüyle, bazen de aşkla harmanlayıp sanata çevirmeye başladılar. Ölümsüzlük arayışı, yaratma arzusuna ve en büyük macerasına dönüştü insanın. En kıymetli fikir ve düşüncelerini, en ilahi duygularını, heyecan ve enerjilerini resmetmeye, çizmeye, yontmaya, oymaya, yoğurmaya başladılar. Böylece bu ölümsüzleşme ve ölümsüzleştirme duygusuyla medeniyetler ortaya çıktı. Bitmiş ya da bitmemiş olsun, biz artık bütün medeniyetleri arkalarında bıraktıkları, resim, yontu, kabartma veya freskoyla tanıyoruz. Her eser bir önceki medeniyetin üzerinde yükseldi ve şekillendi. Sanat eserlerini yaratan dehaların ve sıradışı insanların, yaratıcıların ötesinde, bu eserleri anlayabilmek, kavrayabilmek ve görebilmek de başka bir ayrıcalık, birikim, donanım ve çaba gerektirir. MÖ 20000-15000 arasında Lascaux Mağarasında hayvan resimleriyle başladı bu ölümsüzlük yolculuğu. Bu hayvanlar saygıdan mı, korkudan mı, tapınma güdüsünden mi çizildi bilinmiyor henüz. Antik çağda, Mısır, Yunan, Roma medeniyetlerinin çoğunluğu mimari ve heykel olan sanat eserlerinin bir kısmı günümüze kadar geldi. Sanatın beşiği olarak bilinen Mısır sanatı, Antik Yunan ve Roma sanatını etkiledi. Mısır'da mumyalar bedeni korur ölümsüzleştirirken, heykeller ruhu korumaya yönelikti. Bu yüzden firavunlar ve kraliçeler kendilerini ölümden sonraki yaşamla ilişkilendirdi, ilahlaştırdı. Ve Antik Yunan'da, Yunan tanrıları insanlaştırıldı, insan tutkularına, düşüncelerine, biçimlerine sahip oldular fakat tanrı oldukları için kusursuzluk ölçülerinde vücut buldular heykel sanatında. Aynı dönemlerde yapılan Çin Seddi, Zeus Sunağı, Milo Venüsü dünyanın yedi harikasından biri oldular. İlk Çin imparatoru Qin Shi Huang'in mezarında bulunan, pişmiş topraktan yapılmış, askerler ordusunun her birinin yüz ifadesi ötekinden farklı yapıldı. Panteon, Nemrut dağındaki dev heykeller, Constantin Kapısı ve Bizans sanatından sonraki "Romanesk" akım, bunu takip eden "Erken Gotik" ve Gotik" tarzlar ortaya çıktı. İnsanın kıymetsizleştirildiği Ortaçağdan sonra, Burkhard'ın dediği gibi, Rönesans insanın keşfedilmesiydi. Şüphesiz Rönesans'ı doruklara ulaştıran olağanüstü isim Leonardo idi. Kendisinin "Ruh nesnesi" dediği eserleri ve Mona Lisa'sındaki gülümsemenin hüznü ve derinliği, esrarını ve gizemini hala koruyor. Resmin arkasındaki onlarca manzaranın her birinin ayrı bir sanat eseri olması dışında, Mona Lisa'nın bakışı her bakanı kilitler kendine büyüleyici bir etkiyle. Michelangelo'nun Vatikan Sistin Şapeli'ndeki "Adem'in yaratılışı" freski, "Pieta" sı, "Davud Heykeli" birer şaheser olarak dünya eserleri arasına yerleşti. Tek parça mermerden oyulmuş " Pieta" Meryem'in kucağındaki ölü İsa Mesih'i ve ona sevgiyle karışık büyük bir hüzünle bakan Meryem'in dramını görselleştirir. Albert Dürer'in "Melancholia" gravürü sayısız sembolik gizemle donatılmıştır. Melonkolik kanatlı bir kadının önünde oturduğu kapısız ve penceresiz evin duvarındaki suskun çam, kum saati ve terazi hala gizemini korur. Gotik sanatla birlikte, ki en önemli örneği, en sevdiğim yerlerden biri olan, Paris'deki Notr Dame kilisesi gibi, Göksel kilise yaklaşımı başladı. Romanesk mimarinin ağır ve kaba görüntüsü, yönünü ruhani bir zarafetle gökyüzüne çevirdi. Giotto ve Michelangelo "Fresko tekniği" ile dünyanın en önemli eserlerini resmettiler. "Düz bir yüzey üzerinde derinlik yanılsaması" der Giotto bu tekniğe. Figür ve nesneler adeta hacim duygusu veriyorlardı kıvrımlarıyla. Herkesin çok iyi bildiği, Michelangelo'nun "İsa'nın Yaratılışı" eseri bu teknikle Rönesans'ın gelişini müjdelemiştir. "Erken Rönesans" ve " Yüksek Rönesans" döneme gelindiğinde, Rönesans'ın son aşamalarında, Caravaggio'nun " İsa'nın defnedilmesi" ve "Judith'in Holofornes'in Başını Kesişi" eserlerinde, ışığın serüveni başlıyordu artık. Figürler karanlığın içinde ışıkla Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Jan varolmaya, nesnelerin karanlık yanları Van Eyck'in öne çıktığı bir dönem başlamıştır. Hollandalı ressam Van Eyck'in " Amolfi'nin Evlenmesi" adlı tablosunda yer alan duvardaki aynanın içindeki insanların ters yansıması insanları hayrete düşürürken, duvardaki "Van Eyck Buradaydı" yazısının hınzırlığı ve nedeni hala çözülemedi. Medici Ailesi'nin sipariş ettiği, Sandro Boticelli'nin " Venüs'ün Doğuşu"ndaki yalınlık ve sadelik tabloyu ve ressamını ölümsüzleştirdi. Adeta Kıbrıs Sahillerine vuran midye kabuğundaki Venüs'ün asil duruşu, köpüklerden yaratılmış olmak kadar saf ve güzel. Romanesk mimaride, pencereler küçük, içerisi loş, duvarlar kalın ve tavanın taşıyıcısı oldu. Kaba ve ağır bir mimariye sahipti. koyu zeminde kaybolup erimeye başlıyordu. Barok sanat buradan doğacaktı.... Bir daha ki sayıda Barok dönemden, günümüze uzanmak dileğiyle, akışta kalın, anda kalın...
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU