GENÇLİK VE ÇOKTAN UNUTULMUŞ AŞK

"Erkekle kadının aşkı olsun, genel anlamda insanların insanlara aşkı olsun, ruhsal özgürlükten koptuğu sürece, ölümsüzlük ve sonsuzluk fikrinden uzaklaştığı sürece inançsız bir aşk olarak kalacaktır. Gerçek aşk, sonsuzluğun kanıtlanmasıdır." (Nikolay Berdyaev). Richard Wagner, en iyi arkadaşlarından biri olan Franz Liszt'in kızı, Cosima'yla evlendi. Ama, bir süre sonra da Wagner' in en iyi arkadaşı Nietzche, Cosima Wagner'e deli gibi aşık olacak, bir gün karısı olması hayaliyle yaşayacak, ama sessiz kalacaktı. Hatta bu karşılıksız ve hayalperest tutku, onun son yıllarını geçirdiği, akıl hastanesine gitmesinin yolunu açan ilk nedenlerden birisi olacaktı. Kolay elde edilmiş her şey gibi, kolay aşkın harcanması da kolay olacaktır. Çocuğu yetiştiren anne ve baba nasıl en önemli iki unsur ise, aşktan da sevgili olan iki insan sorumludur. Dikkat edildiğinde, postmodernizm ve teknolojiden sonra, iletişim ilerledi ve aşk ters orantılı olarak yavanlaşmaya, gerilemeye, sıradanlaşmaya başladı. Çünkü araçlar ve imkanlar sevgiliye erişimi çok kolaylaştırdı. Bebeği büyüten anne sütünün şifası gibi, aşkı da merak ve özlem büyütür. Tanıştığınız birini birkaç dakika içinde, sosyal medya ve sanal iletişim sayesinde inceleme ve tahlil etme imkanı var artık ve merak edilecek bir şey de kalmıyor. O zaman bu durum, benzetmemize geri döndüğümüzde, bebeğin hormonla hızlıca büyümesi gibi değil midir? Hoşlandığı kişiye ulaşmak için zaman ve emeğin fazlasına da Salvador Dali, en yakın arkadaşlarından biri olan ünlü Fransız şair Paul Eluard'ın karısı Gala'ya aşık olur ve onu ayartır. Hayatının sonuna kadar acayip ve değişik bir gerek kalmıyor artık şimdi. Sosyal medya ile, tutkuyla Gala ile kalır ve neredeyse eserlerinin çoğunda onu resmeder, hatta onun vücudunun bölümlerini. Bertolt Brecht'in Helen'le olan ilişkisi karmaşık bir denklemden bile çetrefilli ve hegemoniktir. anında mesajını iletebilir hale gelmiş insanlar. Yani çocukluk evresi de kısa olup, bir diğer tanımla, hiçbir oyun, aktivite, yaramazlık ve macerası olmayan bir çocukluk dönemi yaşanıyor. Beğeniyi, duyguyu ifade etmek o kadar kolay ki bir tik ile. Yani çocukluk yaşanmadan gençliğe giren bir çocuk, daha doğrusu çocukluğunu yaşamamış bir bebek, üstelik hormonlu. Nazım ve Piraye de, sonu bir türlü kavuşmayla bitemeyen ama dillere düşen hüzünlü ve coşkulu bir hikayenin iki kahramanı. Nazım'ın üçüncü eşiydi Piraye ve hapisteyken bile onu eğlendirmek için "Meşhur Adamlar Ansiklopedisi"ni yazmaya başlamıştı. Piraye'ye duyduğu sevda, ona direnme gücü veriyor ve bir insana duyulan sevgiyi aşıp, insanlara duyulan sevgiye eviriliyordu. İlginin kabul görmesi için yapılabilecek o kadar çok hile ve göz boyama imkanı da var ki üstelik bu bilişim çağında, kim doğru kim yanlış anlamak imkansız. Derken gençliğini boşa harcamış olgun bir birey oluveriyor. Ve karşıdan kabul görünce birliktelik başlıyor. Her insan, ergenlik ile birlikte, karşı cinsten bir sevgi bekleyişi içine girer, sevgiyi almak ve vermek insan olmanın bir gereğidir. Gençler arasında, herkesin bir sevgilisi varken, yalnız olmak ya da yalnız takılmak alay konusu oldu artık. Hızlıca sosyal medyayı kullanıp sevgili yapmak da sıradanlaştı böylece, sanki olması gereken bir görev gibi... Geçmişin tozlu raflarından, geçmişin aşklarını indirip baktığınızda, hala pırıl pırıl oracıkta duruveren, bugün yaşanmış kadar taze ve hüzünlü duruşlarının büyüsüne kapılıverirsiniz. Bugünkü aşkların hepsini üst üste koysanız, değil aşkları tarihe yansıtmak bir kaç gün anılmazlardı bile, anılmıyorlar da. Zaten eser bırakmak gibi bir düşünceleri de yok; aşk da değil yaşadıkları... Sanal aşk... Oysa ki özledikçe büyüyen bir ateştir aşk. Yaktıkça olgunlaştırandır. Pişiren ve kül olmaya razı bir ruh haline sokan aşkı, günümüz gençlerine ve insanlarına verseniz de istemezler. Çünkü onlar nefsinin, egosunun terbiyesine değil, tatminine aşk adını vermişler... Serenat, vuslat gibi kavramlar gereksiz olmuş gençliğe, çünkü aşk her köşe başında rastladığı kişide, yenmeye hazır sofrada meze olmuş... Öyle ki, aşk emek ister, itina ister herkes sevip sevilmek ister ama sevmeyi bilmek de öğrenmek de kolay değildir. Aşkı bir insanın yaşam siklusune benzetelim; önce doğum gerçekleşir, yani insan önce aşık olur. Sonra bebeklik ve çocukluk dönemi gelir. Ne kadar keyifli geçerse geçsin bu dönem, bir o kadar da ilgi ve dikkat ister. En deli dolu zamanı olan gençlik çağını, kişiliği oturmuş, başarının zirvesinde bir olgunluk ve yaşlılık takip eder. Aşkı büyük yapan ve kutsallaştıran onun imkansızlıkları ve şartlarıdır. Sevmek bir gereklilik ise madem, çocuklarımızı büyütürken sevmeyi de aşkı da öğretmeliyiz. Aşkı insana benzetmiştik ve hiç bir anne bebeğini hormonla büyütmez demiştik. Ama kimse karşısına çocuğunu alıp sevgiyi, aşkı bir dersin konusu gibi oturup anlatmamıştır. Hızlı başlayan aşklar, hızlı evlilikle, hızlı boşanmayla bitiyor. Ne aşkın, ne evlilik kurumunun bir anlamı kalmadı, içi boşaltıldı. Yine de hala aile olgusu tamamen yok olmadan, hala geç olmadan, ebeveynler evlatlarına karşı cinsle olabilecek aşkı, sevgiyi detaylıca anlatmalı ve öğretmeliler; tıpkı gelecekleri için verdiği diğer tüm çabalar gibi; üniversiteyi kazandırmak, vatansever ve akıllı evlatlar yetiştirmek çabası gibi. Aksi halde büyük bir boşluk ve bu boşluktan kayıp hayatlar doğmaya devam edecek. Eski aşkları öğrenmeli her çocuk gençliğinde; aşkın öyle kolay, ucuz ve basit olmadığını bilmeli, hoşlanmanın aşk olmadığını, aşkın çok özel bir duygu olduğunu. Şimdi herkes herkese "aşkım" diye hitap ediyor, nasıl da sıradanlaştı aşk? Sevgi, bana göre aşktan düşük bir basamak olsa da, bazı sevenler aşkın sevgiden daha düşük bir basamak olduğunu savunur. Bir anne kızına, baba da oğluna; en azından kendi hissettiği veya mutlulukla sonuçlanmış aile büyüklerinin aşk hikayelerini anlatarak işe başlayabilir. Aşkın kıymetli ve değerli bir hazine olduğunu anlatarak. Aşka duyulan saygının sadakati oluşturduğunu anlatarak... Her geçen gün yozlaştırılıp, kapitalizmin bir parçası olarak kullanılmış aşk; her türlü sıradan ve bayağı sinema filmlerinin ve dizilerin senaryolarında, kitleleri bağımlı kılmak için en büyük konu olarak iyi iş yapmıştır ve hala da öyle. Eskiden aşkın kutsallığını ve erişilmezliğini anlatmak için kaf dağı ve anka kuşu kullanılırdı hikayelerde ve masallarda oysa ki. Ve ilahi aşka giden yolun beşeri aşktan geçtiği anlatılırdı. Ve fakat şimdi aşkın yolcusu kalmadığı gibi, herkes Yunus veya Mevlana olmak istiyor her nasılsa? Eski ilahi sevgililer bu güne döndürülecek olsalardı, sanallığın bir numarası olan "aşkım" kelimesini ağızlarına almazlardı sanırım, çünkü onların çoğu ya kara sevdadan, ya ince hastalıktan ölmüştü. Sokaklardaki delilerin çoğu aşk kurbanıydı. Şimdi, onların yerini aşk cinayetleri aldı; çünkü egosal ve maddesel sahiplenmeler, erkeğin kadını adeta bir cinsel metaya dönüştürmesiyle aşk yerini cinayetlere bıraktı. Eski şarkılar anlam mana yönünden şimdiki aşıklara yabancı dil gibi geliyor. Divan edebiyatından, şiirden bihaber kayıp nesiller, klasikleşmiş, kült olmuş aşk şarkılarına yabancı bir dilmiş gibi uzaktalar. Artık kırsallardan halk ozanları ve aşıklar çıkmıyor. Köyler şehirlerin gecekondu mahallesi, şehirler düzensiz imarla yayılmış dağlara çıkmış, ne köy belli ne kasaba, ne omurga. Ne de pamuk fabrikasında çalışan, temiz kalpli, yakışıklı, insan dostu marabayla, patronun şımarık kızının umutsuz aşk öyküsü kaldı. Aşık olmak isterseniz oturun biraz düşünün. Yanmak, kül olmak, savrulmak var rüzgarda sonunda. Aşksızda bilin ki zordur işiniz. Aşksız ruh ölüdür... Kapkaranlık bir mezarlıkta, derin bir çukurdadır... Ne diyordu Mevlana: Teninde can bulmaya geldim, Seninle yaşayamazsam eğer; Seninle ölmeye geldim...

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU