Üzüntü ve kederin ağırlığı altında büzülmüş anlarla birlikte odadayım. Duvarlarda asılı duran, rengi atmış çerçevelerin içindeki soluk fotoğrafların üzerinde gezdiriyorum gözlerimi hüzünle. Gelinliğin içindeki kadının gözlerindeki pırıltı, damatlıktaki genç adamın yüzündeki gurur ve mutluluğa bakıyorum. Hemen yanındaki fotoğrafta ise sonraki yıllarda eklenen oğul ile perçinlenen mutluluğun coşkulu görüntüsü. Başka bir duvarda ailenin çok önce kaybedilmiş büyükleri sıralanmış yan yana. Hatta Hasan Dede'nin ilk ve son, yani tek fotoğrafı imiş duvardaki asılı duran ve kafa kağıdı için illaki çekilmesi gerekiyormuş. O'nun orta yaşı çoktan geçmiş torunları, fotoğraf çektirmeyi hiç sevmediği fakat mecbur bırakıldığı için asık ve sinirli bir yüz ifade dedelerini, gülümseyerek ama gözlerinin içi dolarak anlatıyorlar bana. Etrafı kolaçan ediyorum bir taraftan gözlerimle; Belli ki 100 yaşın üstünde, çok daha öncelerden kalmış bir konsolun, hala üzerlerinde anahtarları asılı duran kilitlenebilir çekmecelerinde takılıp kalıyorum. Kim bilir iki yıl kadar önce bu dünyadan göçüp giden evin sahibesi ya da öncekiler için ne kadar kıymetli eşyaları kilitliydi bunların içinde diye düşünüyorum. Bir tek çizik bile yok üstünde hala çok çekici ve güzel görünüyor. Üzerindeki dantelden yapılmış örtü, sehpadakilerle aynı model. Yine kim bilir hangi hayallerle örüldü, evin rahmetli ev sahibesinin mi yoksa ona annesinden kalan bir çeyiz armağanı mı? Evin her dokusu yas tutuyor gibi ağır hissettirdi bana kendimi, daha bu sabah yatağından kalkıp, yüzünü yıkamaya giden ve oracıkta yere yığılıveren ev sahibinin yokluğu ile yalnızlaşmış gibi. Artık bu evin ışığı tamamen söndü son ferdinin de gidişiyle. Hoş evin kadını gidince söner evin ışıkları, burada da iki yıl önce olduğu gibi. Ama yine de kalanlar için, yaşam devam ediyordur görüntüde bile olsa. Sevdiklerini üzmemek için. Şimdi, diyorum içimden, bu güzel konsolun üstünde insanların eşyaları atılmış, çay bardakları yığılmış, o silmeye kıyılmayan koltuklarda oturan evin yabancısı insanlar, basmaya kıyılmayan halılar da dökülmüş salata sosları. Vay canina... Duvardaki fotoğraf kadar, muşamba sandalye kadar uzun ömürlü ve kalıcı değil insanoğlu. Evin son insanı 92 yaşında bile olsa gitti ve duvardaki resimler yüzlerce yıl daha eskimeden duracak gibi görünüyor. Hatta konsol bile. Dünyanın en büyük devlet adamı ve bilgelerinden biri olan Solon'a ölüm yatağında iken sormuşlar: "Çok uzun yaşayan bir bilge olarak yaşam ve ölüm hakkında ne düşünüyorsun?". Solon şöyle cevaplamış: "Doğduğumu hatırlamıyorum. Ölmek Sadece bir an sürmüş gibi.". üzere olduğumu biliyorum. Arası kocaman bir boşluk. Hani derler ya " Bir kelebeğin ömrü kadardır hayat", bazı kelebekler bir güne bir ömür sığdırırlar. Ağustos böcekleri de sadece bir ay yaşar ve giderler. Bazı kaplumbağaların ömrü ise 400 yıl sürer. Sonuçta kısa ya da uzun bir ömür sürer ve biter. İsterseniz 400 yıl yaşayın. Hayat ve ölüm iç içe gibidir. Hatta hayat bir ölümdür aslında. Hayat anne rahmindeki hayatın bitişi, bu realitedeki hayatın başlangıcıdır ve bir bulut gibi uçar gider. Bir yıldızın kayıverişi kadar kısadır. Sanıldığı gibi ölüm ve doğum arasında bir uçurum yoktur, nefes kadar yakındırlar birbirlerine. Bir an varsınız, bir sonraki an yoksunuzdur. Neyin hırsındayız o zaman? Neyin peşinde? Neyin yarışında? Ya da öfkemiz, kızgınlığımız, rekabetimiz, üzüntümüz, acılarımız, korkularımız, çırpınışlarımız neden ve ne için? Sonunda bir hiç olmak için mi? Amaç kazanmak ise eğer, dünyadan çok kendimizi yenmek yeğdir. Hayat yemeği yenip bitmeden önce ruhun dilini çözmek, sevginin pırıltılı göklerini keşfetmek, ayrılığın tatlı sarhoşluğunda kaybolmanın tadını yudumsamak, hiçliğinde kaybolmayı denemek yeğdir. Bir ağaç gibi ölüm yaklaşmadan önce, bütün yapraklarımızla sabah kızıllığının rengine boyanmak!!! Çürümüş yaprakların kopup yere düşmesi sorun değil, varsın düşsün. Düştüğü yer yine kendi kökü kendi özü. İnsanoğlu da kendi özüne kendi köküne düşer yapraklar gibi. Yani bütün varlığımızın bütün derinliliği ve içliliğiyle biz birbirimize eşitiz ve tekiz. Tek bir bütünün parçasıyız. O halde nedir bu telaş? Gidenler ve geriye kalanlar ayrılmış değil, gözyaşları boşuna. Aynı bütünün içinde ilahi olanda, aynı armoni içindeyiz. Tıpkı kalpte ayrılan ve yine kalpte birleşen damarlar gibi, birlik, ölümsüzlük ve sonsuz canlılık içinde olduğumuzu anlamak gerek.... Hepsi bu...
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU