Yine temiz, berrak bir ilkbahar sabahında, verandadayım. Etrafım sarmaşık güllerle dolu, bir taraftan onların cezbedici kokusu, bir taraftan iğde ağaçlarının iddialı, serin ve etkileyici kokuları karışmış birbirine. Önümdeki bir tabakta, en sevdiğim meyvelerde takılıp kaldı gözlerim. Yeni dünyalar ve çekirdeklerinde dalıp gittiğimi fark etmedim bile dakikalarca. Uzanıp çekirdeklerden birini aldım, attım ağzıma. Öylece donup kaldım, bilmiyorum ne kadar zaman geçti. Bugünkü köşe yazımı yazacaktım size. Buraya otururken amacım buydu… Kıpırdamadan, sessizce kaldı gözlerim yeni dünyaların üzerinde…

Gözlerimi kaldırdığımda, çocukluğumun taş sokaklarında buldum kendimi ansızın.

Arnavut kaldırımları ve taş sokağın ortasındaki “öz” denilen yağmur sularının aktığı yerlerde, yağmur sularının, yukarı mahallelerden sürüklediği, yeni dünya çekirdeklerini arardık biz çocukken. Bulduğumuzda gözlerimizin için mutluluktan parlardı. Dışlarındaki kahverengi kabukları soyup, yıkadıktan sonra ağzımıza atardık. Bazen de evlerimizde yediğimiz yeni dünyaların çekirdeklerini toplayıp birbirimize hediye ederdik üçer beşer. Gün boyu onları ağzımızda çevirip, çikolataya dönüşmelerini umardık. Onlar hiç çikolataya dönüşmezdi, sonradan büyüyünce anlayacağımız şekliyle, hava ile oksitlendikleri için kararır ve kahverengiye dönerlerdi. Yine de biz her ilkbaharda, her gün, aynı ritüelleri yapmakta kararlı ve ısrarlıydık. Hep yapardık, hep beklerdik, hep umardık hiç ümidimizi kaybetmeden.

Üzüm asmaları vardı, evlerimizin duvarlarını saran o zamanlar. Neredeyse bütün sokağın bahçe duvarları, gül sarmaşıklarıyla kaplı olurdu. İlkbahar da asmaların “teğet” denilen yeni sürgünlerini yerdik, çıtır çıtır ve mayhoş bir tatları olurdu. Gül yapraklarını yerdik rengarenk, pembe, kırmızı, beyaz. Güzel kokulu ve lezzetli bulurduk. Büyükler de kavanoz kavanoz reçel yaparlardı bu güzel kokulu güllerden.

Elma ağaçları, armut ve erik ağaçları ile doluydu bütün evlerin bahçeleri. Hepimiz hepsinden koparır yerdik. Onca yoksulluğa rağmen, yine de kavunu, karpuzu at arabaları dolusu ile alırdık.

At arabaları vardı o zamanlar. Bir at tarafından çekilen, üstü açık ahşap arabalar. Fayton gibi iki atlı ya da şık olmazlardı. Taksi ya da araba yerine kullanırdık onu, ne taksi tutacak kadar çok paramız olurdu, ne de arabalarımız vardı. Otobüsleri hatırlayamıyorum, var mı idi, az mı idi, yok mu idi. Biz Anadolu’da şehir içinde hiç otobüse, dolmuşa binmezdik, zaten küçücük kutu gibi şehirde, yürüme mesafesinde olurdu her yer.

Annemle pazara giderdik biz. Annem kavunu, karpuzu sergisiyle, hepsini, ya da yarısını satın almak için pazarlık yapardı. Sonrada bir at arabası çevirir, beni de üstüne oturturdu, ben sürücüye evin yolunu tarif ederdim, arkada oturup bacaklarımı sallardım aşağıya, tıngır mıngır giderdik taş yollardan. Evlerimizin en serin yerlerinde, kimimiz bahçede, kimimiz bodrumda, kimimiz müştemilatlarda saklardık bunları. Elmalar, armutlar, şeftaliler kasalarla, üzümler küfelerle, dutlar, erikler sepetlerle alınırdı, kilo anlayışı bile yok denecek kadar azdı o zamanlar. Patlıcanlar, fasulyeler, patatesler, soğanlar da çuvallarla alınırdı. Komşular aralarında pay ederlerdi çok geleceği zaman. Kayısı çekirdeklerini kırıp yerdik, karpuz çekirdeklerini de hem öylece yerdik, hem de kış için kurutup, kavurup saklardık. Bal kabaklarının çekirdekleri ve karpuz çekirdekleri en büyük eğlenceliklerimizdi.

Hıdırlık Tepesi ve bütün tepeler badem ve ceviz ağaçlarıyla kaplıydı. İlkbaharda herkes badem toplamak için dağlara çıkardı. Piknikler yapılır, bademler cevizler toplanırdı. Bademler yeşil çağla iken, kimse aç gözlülük yapmaz yiyeceği kadar alırdı ki, kabuklanıp kışlık bademlere dönüşebilsinler diye. Kimse bademe, cevize para vermezdi.

Ay çiçekleri zaten yolların kenarlarında ve evlerin bahçelerinde yetişirdi. O güzelim, dolgun, yemyeşil taç yapraklarının içinde, kocaman göbekli, kimi zaman tepsi gibi büyük ayçiçekleri satılırdı pazar yerlerinde, üçünü beşini, üç-beş kuruşa alır, taze taze yer, bir kısmını kurutup yine kış için saklardık. Vay canına… Nasıl da kendimiz ve nasıl da maskesiz ve nasıl da mutluymuşuz biz, o eski ilkbaharlarda…

Kocaman bir tabak yeni dünyanın çekirdekleri, sımsıkı kapatılmış avuçlarımdan yerlere dökülürken kendime geldim. Hemen topladım onları geri avuçlarımın içine… Sevdiklerime hediye etmek üzere…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU