Eskiden yeni yıllarda, renk renk, cicili bicili yeni yıl kartları olurdu. Biz o zaman bu kartlara “tebrik kartı” derdik. Kardan adamlı, kar manzaralı, renk renk çiçekler, yerli yabancı sinema yıldızları ve sanatçılar, güzel manzaralar olurdu bu kartların üzerinde. Hatta o zamanlar çizgi filmler pazar sabahları oynardı tek TV kanalı olan TRT’de. Ayı Yogi, Akıllı Bıdık, Bıcır’la Gıcır, Temel Reis’den başka çizgi film de yoktu zaten, onları izlemek için pazar günlerini iple çekerdik. Hele onların süslediği tebrik kartlarını kapışırdık, hepsinden önce onlar tükenirdi. Bazen de kendi şehrimizden kesitler ya da şehir manzaraları içeren kartpostalları seçerdik. Sonraları daha teknolojik olan kartpostallar çıktı. Televizyonlu kart dediğimiz, bir köşesinden tutup öne arkaya salladığınızda değişik görünen kartpostallar. Bunlara bayılıyorduk hepimiz. Bunlar biraz daha pahalı olduğu için herkese bunlardan alamazdık. Şehrin her yeri kartpostal satan tezgahlarla dolardı. Parkların önü, sinemaların önü, büyük caddelerin kaldırımları.
Soğuk kış günlerinin en eğlenceli etkinliklerinden biri, bu kartpostal tezgahlarında zaman geçirmek ve renk renk kartpostallardan seçmek olurdu. Paramız yettiği kadar çok alırdık bu kartlardan ve uzaklardaki eş dost ve akrabalarımızla, arkadaşlarımızla tebrikleşirdik.
Her birine özel yeni yıl mesajımızı, dolmakalemle tek tek yazardık bu kartların üzerine. En güzel yazımızla, hatta el yazısıyla. O zamanlar “güzel yazı” derslerimiz olur, bu derslerde el yazısıyla yazmayı, kompozisyon, telgraf, mektup, kart, dilekçe yazmayı öğrenirdik sadece. Dolmakalemlerimiz olurdu hepimizin ve onların içini dolduracak lacivert, siyah mürekkeplerimiz. Hepimizin parmakları, dili mürekkep olurdu o yıllarda. “Mürekkep yalamak” okumak yazmak anlamına gelirdi ve bugünkü okumak-yazmaktan çok daha derin anlamlar ifade ederdi. Hatta ilk çocukluk yıllarımda, hokka (cam, toprak, metalden yapılan mürekkep kabı), divit ve tüy kullanarak yazardık bu kartları, mektupları ve her çeşit yazıları. Bu hokkalar devrilse bile içinden mürekkep asla dökülmezdi. Güzel yazı derslerimiz en çok eğlendiğimiz ve en sevdiğimiz derslerden biriydi hep.
Bu derslerde tebrik kartı ve mektup yazmayı, bunları içine koyduğumuz zarfları yazmayı öğrenirdik. O yıllar da her şeyin bir adabı usulü vardı. Sofra adabı, yeme içme adabı, selamlaşma tokalaşma adabı, telefonla konuşma adabı, otobüse binme-inme, büyüklere küçüklere davranma adabı ve saygı sevgi içinde oturup kalkma adabı.
Adabı ile yazılan tebrik kartlarını, zarfların içine koyardık. Tebrik kartları kısa ve öz olur, sadece kutlama mesajı içeren bir kaç cümleyle sınırlı olurdu. Bu yüzden zarfın üzeri yapıştırılmaz, içine katlanırdı. Tebrikler ağzı kapalı olmadığından anlaşılır, mektuplara göre daha az bir ücretle gönderilirdi.
Yazılan tebrik kartlarını, postanede “tebrik” yazan bölüme atar gönderirdik. Tebrik ve mektupların üzerine çeşit çeşit pullar yapıştırılırdı o zaman. Okullar da öğretmenlerimiz her birimizin bir kaç çeşit hobisi olması için teşvik ettiklerinden, çoğumuzun pul koleksiyonları olurdu o zaman. Bize gelen zarfların üzerindeki pulları biriktirir ve fazla sayıda olanları da arkadaşlarımızla değiştirirdik. Pullar için özel satılan pul defterlerini alamayanlar, kendi koleksiyon defterlerini kendileri yapardı. Boş zamanlarımız da birbirimizin koleksiyonlarını incelemek en keyifli zamanlarımızdan biriydi.
Yılbaşı ve bayramlar da posta işleri çok yoğun olduğu için, kart ve mektuplar her zamankinden daha geç ulaşırdı. Bu yüzden zamanında iletilsin diye bir hafta, on gün öncesinden gönderirdik tebrik kartlarımızı. Zaten kartpostal tezgahları daha aralık başında açılmaya başlardı.
Sonra da bize gelecek postalar için, postacıların yolunu gözlerdik. Postacılar hepimiz için çok kıymetliydi. Bizim postacımız aşağı yukarı aynı saatlerde mahallemizde olurdu. Neredeyse dost olmuştuk artık. Neşeli, esprili, şakacı bir adamdı. Sokağa girdiği an da, şen şakrak sesini duyardık. Bana hiç bir posta yoksa, başını sağa sola sallar, üzgün bir yüz ifadesiyle “Bugün sana yok ama yarın mutlaka olur” derdi. Postası olanlara ise ” Müjdemi isterim!” diye şakalaşırdı.
Dahası, “Fatma Teyze bak oğlundan mektup geldi!”, “Hakkı Amca bak Trabzon’dan kardeşin yazmış” der neredeyse tüm sokağa gelen mektupları, kartları kimden gelir bilirdi. Çünkü çoğu zaman sohbet ederdik hepimiz onunla. O zamanlar birbirimizin gözüne bakardık konuşurken mobil telefonlarımız yoktu bizim. An içinde olmayı başarırdık, aynı anda bir kaç şey yapmazdık.
Yılbaşı yaklaşırken ve yeni yıla girdiğimiz hafta evin içi rengarenk tebrik kartlarıyla dolup taşardı. Çok mutlu olur, çok sevinirdik. Tekrar tekrar okurduk bunları. Hatta bazılarını salondaki büfelerin camına, evin girişindeki aynalara iliştiriverdik aylarca evimizi süsler, her baktığımızda yüzümüzü gülümsetmeye devam ederdi. Atmazdık hiç bu kartpostalları, atamazdık. Yıllarca saklardık, hatta koleksiyon bile yapardık…
Şimdi… Biz büyüdük. Biz yine büyüdük.
Yine de mutlu yıllar hepinize…
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU