Hindistan’da altı yakın arkadaş vardı. Hepsi de kördü. Hep birlikte hayvanat bahçesine gittiler. Filin bulunduğu bahçeye gelmişlerdi.

Bir tanesi file yaklaştı ve onun güçlü gövdesine dokundu. “İnanamıyorum, fil duvar gibi dümdüz bir şeymiş!” dedi.

İkinci adam da yaklaştı merakından ama o da dişini tutmuştu. “Vay! mızrak gibi sivri ve keskin, hem de pürüzsüz ve kayganmış fil” dedi.

Daha fazla bekleyemeyen üçüncü adam da dokundu file: “Vovvv! Fil bir yılana benziyor.”

Dördüncü adam filin dizlerine bacaklarına dokunuyordu: “Fil daha çok ağaca benziyor, nasıl fark etmezsiniz?”

Beşinci adamın şansı da kulaklarına dokunmak oldu filin: “Ne kadar kör olsam da filin bir yelpaze gibi olduğunu anlayabiliyorum, şaka mı yapıyorsunuz bana?”

Altıncı adam el yordamıyla yokladı fili. Onun eline gelen ise filin kuyruğuydu: “Fil daha çok bir halata benziyor bence.”

Hintli altı arkadaş uzun süre tartıştılar birbirleriyle. Hiç biri diğerinin düşüncesini ve fikrini kabul etmiyordu. Hepsi kendisinin haklı olduğunu ve yanılmadığını iddia ediyordu. Tartışma büyüdükçe büyüdü. Hiç birisi de filin bütününe dokunmayı akıl edemedi. Hepsi kararlı ve hepsi emindi. Aslında hepsi kısmen doğruydu, ama tümü yanlıştı.

John Godfrey Saxe’ın bu şiirini hikaye gibi anlatmayı çok severim. Bakış açısını ve bütünü görmeyi anlatan harika bir hikaye. Yazılarımda hikayeleri seviyorum çünkü hiç bir yazı hikayeler kadar kalıcı ve merak uyandırıcı olmuyor. Merak insanın yaradılışından beri var olduğu için, sonunu bilmek ve anlamak istiyoruz, başka hayatları tanımak istiyoruz.

İyi de bu ayrılıklar karşısında doğru olan hangisi? Buna kim karar verecek? Din kavgalarında kim hüküm verecek, kim doğru kim yanlış? Peki ya ırk kavgalarında? Hangisi en iyisi ya da en saf olanı? Öyle saf bir ırk var mı hala yeryüzünde? Geçenlerde internette bir yerlerde görmüştüm, Amerika’da değişik yerlerden gençleri toplamışlar, tükürüklerini alıyorlardı. Bir hafta sonra bir araya geldiklerinde Alman’ım diyen kızın Asya kökenli, İngiliz’im diyen adamın Afrikalı, Amerikalıyım diyen kadının İskandinav olduğu ortaya çıkınca hepsi şok olup ağlamaya başladı.

Yani hiç biri birbirinden farklı değil aslında. Birinin, bütün bu şeylerin en doğrusu hangisi, en yanlış hangisi karar vermesi için bütün dinlerin, etnisitenin, dışında ve tam tarafsız olması gerekir ki bu imkansızdır. Bütün bunların doğruluğuna yanlışlığına karar verecek olanın, hepsinin dışında olması gerekir ki bu da imkansız bir şeydir.

“Dünyada gördüklerimizin doğruluğunu, yanlışlığını anlamak için doğruyu gösteren bir araç olması gerek; bu aracın doğruluğunu anlamak için bir deneme gerek; denemenin doğruluğunu anlamak için de bir araç; Gel de çık bu işin içinden! Madem duyularımız, kendileri kesin, olmadıkları için, sorunumuzu kesin olarak çözemezler, öyleyse akla başvurmalı diyeceksiniz; ama hiç bir akıl da başka bir akıl olmadan ortaya çıkamaz: Döndük mü yine gerisin geri?” Montaigne ne güzel anlatıyor bu kısır döngüyü…

Bir gün sadece kendi penceremizden bakmaktan vazgeçtiğimizde, empati yapmayı ve her şeyin özünde bir olduğumuzu anladığımızda, doğru ya da yanlışın, haklı ya da haksızın hiç bir önemi kalmayacak…

Emekli bir adam her gün pencerenin önünde oturup dışarıyı seyredermiş. Komşu kadın bahçeye çamaşırları asarken her defasında söylenip dururmuş: “Ne biçim yıkıyor bu kadın çamaşırları. Beyaz görünmüyorlar hiç biri. Sapsarı bunlar. Birisi buna çamaşır suyundan filan bahsetmeli.”

Bir gün yine pencerenin önünde otururken komşu kadının çamaşırları asmaya başladığını görmüş. ” Nihayet!” demiş. “İlk defa kadının çamaşırlarını beyaz gördüm. Sanırım yıkamayı öğrenmiş artık.”

“Yok!” demiş karısı. “O çamaşırlar hep beyazdı. Sadece ben aylardır silemediğim camları sildim bu sabah.”

İnsana doğuş anında yapışan egonun bin bir çeşit oyunları, entrikaları vardır. En çok da eleştirmekle, kritize etmekle, kendini haklı çıkarmakla, inatla beslenir. Böylece kendi devamlılığını ve büyümesini sağlar.

Büyük kavgalar ve savaşlar bu yüzden çıkar hep. Bir an için bile olsa haksız ya da eksik düşünebileceğimizi algılayamayız. Hep haklı olma ve onaylanma ihtiyacı farkındalık olduğunda ortadan kalkar.

Bir gün topyekun uyanışa, bütün dünya insanlarının kardeşliğine ve farkındalığına, barış ve huzuruna, karanlık yerine aydınlığın gülen yüzüne niyet ediyorum ve buna gönülden inanıyorum… Bütün heyecan ve coşkumla…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU