Bosna… Her santimetrekaresini gezerken, her bir köşede sıkıştırılıvermiş sessiz çığlıkları kulaklarınızda çınlayıveren toplu mezarlarla düğüm düğüm olan boğazlarınızın, bir tarihi çeşmenin önünden geçerken, hala kan ve parçalarının yapışıp durduğu duvarlarında, gencecik bir kadın doktorun ansızın katlinin durdurulamaz acısıyla çözülüverdiğini ve gözyaşlarınızın oluk oluk akışını hissedersiniz utanarak. Bütün dünyada çiçekler açarken, evrenler huzur içindeyken, kaplumbağalar Atlantik okyanusundan Cayman adalarına yumurtlamaya giderken, Bosna’da ruhlar acı içinde çırpınıyordu. Avrupa’nın zengin züppeleri, Bosna dağlarında av partilerine çıkıyor, rastgele ateş edip yere devirdikleri Bosnalı kadınları, çocukları, yaşlıları, gençleri, masum insanları kafa başı sayıyorlardı. Caddelerde insanlar kaçışırken onlar saklandıkları ağaçların kayaların arkasından kahkahalarla gülüp eğlenip, kim daha çok öldürüyor onu tartışıyorlardı. 50 binden fazla genç kıza, genç kadına günde 30-40 defa tecavüz ediliyor, düşüremedikleri çocukları doğurmak zorunda kalıyorlardı. Yaşlıların kolları bacakları kesilip diri diri toplu mezarlara atılıyorlardı. Dört bir tarafı kuşatılmış dağların ortasındaki Bosna, savaşın vahşetinde, açlığa susuzluğa, yalnızlığa terk ediliyordu.

Boşnakların “30 yıl kan, 30 yıl gül” dediği topraklarında, eli kolu bağlı, çaresizliğin dibine vurmuş, iki arada bir derede milletlerin, iki arada bir derede insanlarının, savaşın vahşeti ve acımasızlığı içinde büyümüş, izlerini ve çaresizliğini yüzündeki her hücrede, sesindeki her tınıda hissedebileceğiniz, benim, “Boşnak Prensim” adını verdiğim rehberim Mirza’yla Bosna’yı her canlı hücremde hissetsem de, buradaki acıyı tarif etmek imkansız.

Bir “Sevdalinka” şöyle başlıyor:
“Bu güller kan kırmızısına boyanırken bölündük,
Kan ve gözyaşları hala akıyor,
Ölen kalplere,
Üstümüzdeki bu cennet,
Karanlık bir perde gibi,
Cennetin yedi katı birden,
Yüreğimizde yanıyor,
Gözyaşlarımız,
Pınarları dolduruyor,
Cennet gözüyle,
Çöller bile çiçeklenebilir.”

Sevdalinka için “Boşnakların çığlığı” diyor Ayşe Kulin. Aslında Bosna’nın halk müziği olan sevda şarkılarından adını alan sevdalinka, şimdilerde cesetlerini bile göremedikleri kim bilir nerede parçalanmış dağılmış katledilmiş sevdiklerine eşlerine sevgililerine ağıtlarından ibaret neredeyse.

Bosna’da iken karar vermiştim bir kitap yazmaya. Adı “Sevdalinka” olacaktı. Tam o sıralarda Ayşe Kulin’in kitabı çıktı aynı isimle. Çok sevdiğim bir yazar, eminim çok da güzel yazmıştır. İlk fırsatta okumalıyım. En azından Mirza’ya söz verdiğim kitap olmasa da bir makale yazmak istedim. Mirza’nın bize anlatırkenki yüz ifadesi ve sesi, acısı hala kulaklarımda. Yaşadığı mahallede neredeyse kimse sağ kalmamış. Dünya tamamen sağır ve dilsiz olmuş. 1992-1995 yılları arasında Sırplar ve Hırvatlar tarafından ciddi bir soykırıma uğratılmışlar. Türkiye’den gelen yardımların bile dost görünen şehirlerce % 80’i vergi olarak kesiliyormuş. Sadece kalanlarla savaşmaya ve yaşamaya çalışmışlar. Çocuk çoluk savaşmışlar. Ölen atları kesip yiyorlarmış. Hatta Mirza’nın babası, Mirza 5 yaşındayken ölmüş savaşta. Komşular toplanmış ağlaşırken, Mirza’ya babasının cennete gittiğini, artık onları hep cennetten takip edeceğini söylediklerinde, Mirza tarihe geçecek bir laf etmiş: ” Peki o zaman babam öldüyse, biz onun etini yiyebilir miyiz? Ben çok acıktım…”

Trajedinin insan eliyle yapılmış olmasına inanmak akıllı bir insanın harcı değildir burada. Binaların duvarlarında ve bütün şehirde buram buram acıyı duyarsınız hala. Güzel insanların yaşadığı güzel Boşnak ruhunun sönmediği yerdir buralar. Hala gülümser burada insanlar, bombalar altında Saraybosna Senfoni Orkestrası’nın konserlerine devam ettiği, savaşa kemanlarıyla direndiği ülkenin insanları bunlar. 3 yıldan fazla süren kuşatmada 300.000 den fazla sivil öldürüldü. Hollanda’nın refakatçi olduğu sırada 15 günde 8.000 sivil katledildi. Annelerinin, eşlerinin önünde tecavüze uğrayan yüzlerce kadın kendini öldürdü…

Kurtuluş savaşının ardından, Avrupa’dan çekilirken Bosna’yı da bırakmak zorunda kaldığımızda, “HİÇ KIZKARDEŞ TERKEDİLİR Mİ? BAŞKASINA VERİLİR Mİ?” diye sitem eden ve yas tutan BOSNA’ya cevap olarak diyorum ki… SİZ BİZİM HALA KIZKARDEŞİMİZ VE EN SEVDİĞİMİZSİNİZ… Acınızı derinden hissediyoruz… Umarız o topraklarda bundan böyle gül olur… Gül kokar… Sevginin gül rengi sonsuza dek parlar…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU