Bağdat’ta hükümdarın en sevdiği veziri, bir gün kan ter içinde koşarak saraya gelir. “Hükümdarım izin verin hemen Semerkant’a at süreyim. Pazar yerinde Azrail’i gördüm ve hemen tanıdım. O da bana dik dik baktı. Beni almaya geldiğinden eminim ama daha yapılacak çok işimiz var.” der.

Vezirini çok seven ve ona çok güvenen hükümdar, onu kırmaz ve en hızlı atlarından birini ona verir. Vezir hızlıca Semerkant’a doğru yola çıkar.

Durumu merak eden hükümdar, kıyafetini değiştirip, pazaryerine iner. Orada Azrail’i görür ve hemen tanır. Yanına gidip sorar: “Bugün öğleden sonra en sevdiğim ve en genç vezirime dik dik bakıp onu korkutmuşsunuz, neden?”

-Ben onu korkutmak istemedim. Onu korkutacak bakışlarla da bakmadım. Meydanda kalabalığın arasında tesadüfen yan yana geldik, onu aramıyordum. Ama birdenbire karşılaşınca şaşırdım ve ona bakarken şaşkınlığımı gizleyemedim. Onun gözlerimde gördüğü sadece şaşkınlıktı…

-“Neden bu kadar şaşırdın?” diye sormuş hükümdar.

-Onu burada Bağdat’ta göreceğimi hiç sanmıyordum. Onun Semerkant’ta olacağını sanıyordum, çünkü onunla randevumuz bu akşam hava karardığı sırada Semerkant’ta…

“İnsan kaderiyle sıklıkla, seçmekten kaçtığı yolda karşılaşır.” Der La Fontaine, kaderden kaçmak mümkün müdür?

Carl Gustave Jung’un “arşetip” dediği milyonlarca yıl öncesinden insan ruhuna kodlanmış, insan ruhunda o zamandan beri kayıtlanmış, düzenlenmiş, şekil verici modeller adeta bir flash disk gibi tasarlanmış imajlarımız var. Bu arşetiplar, DNA yoluyla bir çeşit flash disk gibi, anne karnına düştüğümüz an bize yüklenirler ve bizden de gelecek nesillere geçerler. Tam da bu sebeple milyonlarca yıl geçmişin, yaşanmışlıkları, düşünülmüşlükleri, olup bitenlerin bilgi ve kayıtları madde planında korunmuş olur. Bu Akaşik Kayıtları İslam’da “Levh-i Mahfuz” adı verilen her şeyin kayıtlı olduğu bir kitapta yazılmıştır. Burada olmuş ve olacak olanın bütün bilgisi kayıtlıdır. Hiç bir şey kaybolmaz ve her şey kayıt altındadır.

Bir gün beden kaybolup gittiğinde, ruh bedenden vazgeçtiğinde bile, bilgi asla kaybolmaz ve yok olmaz. Kaybolup giden sadece fiziksel bedendir. Ruh ölümsüzdür ve sonsuza dek kaybolmayandır.

Yaratma olayından önce evrende olacak bütün her şeyin Levh-i Mahfuz’da yazıldığına inanılır. Ebu Hanife ve Ebu Mansur Maturidi’ye göre de bütün insanların kaderi somut olaylar halinde olmasa da, genel çizgileriyle burada yazılmıştır ve insanın yaşadığı ve yaşayacağı olaylar bu genel kadere göre gerçekleşir. Yani kaderimiz karar anlarında biçimlenirken, biçimleniş şekli insanın kendi çabalarıyla gerçekleşebilir ve fakat olmakta olan ve olacak olanların genel durumu önceden saptandığı için değiştirilemez. Bu tıpkı şunun gibidir. Gideceğiniz yer Ankara’dır. Orada olmanız gereken zaman ve tarih bellidir. Siz uçakla, otobüsle, trenle hatta atla gitmeyi seçebilirsiniz. Ya da, hatta Denizli’den yola çıkıp, Antalya’dan İzmir’den İstanbul’dan bile oraya gidebilirsiniz. İstediğiniz kadar dinlenir, istediğiniz kadar uzatıp kısaltabilirsiniz yolu, bu seçim size aittir. Ancak varılacak yer ve tarih, zaman seçimi size ait değildir. Bu önceden seçilmiştir yaratıcı tarafından.

“Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.” Der Şems-i Tebrizi.

Hintliler bunu karma felsefesiyle tanımlarlar. Size bir fotoğraf çerçevesi verilmiştir, siz bu çerçevenin içine istediğiniz fotoğrafı koymakta özgürsünüz hepsi bu. İstediğiniz resmi istediğiniz kalite ve renkte kullanabilirsiniz ama sadece çerçeveye sığacak kadarını ve olacak kadarını. Kaderi saptayan ve belirleyen İlahi güçtür. “Kendi planlarımızı yapıyorduk, ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk” diyor Dostoyevski bir keresinde, hiç şaşmayan bir saat gibi işleyen kader için.

Hemen hemen gnostik, sinkretik, paganik veya ilahi dinlerin ve mitolojilerin tümünde kader inancı vardır. Müslümanlıkta kader inancı temel bir öğedir ve iyilik ve kötülük gibi, kaza ve kader Allah’tan gelir. Kuran’ı Kerim’de ” Allah sizi ve bütün yaptıklarınızı yarattı” ya da “Ancak Allah’ın isteğiyle bir şeyi isteyebilirler” yazar. “Allah isteseydi yeryüzündekilerin hepsi inanırdı” gibi “Allah isteseydi onu yapamazlardı” gibi ayetlerle kaderin tanımı yapılmıştır. Bu da irade ve eylemlerimizde sınırsızca özgür olsak bile, genel sonuçların kaderin dışında gerçekleşemeyeceğinin bir göstergesi gibi olup, genel akışa ve hayatın akışına uyum sağlamanın, her şeyi geldiği gibi almanın derin huzurunu hissettiriyor insana. Çünkü kaderin gelmesinden rahatsız olmak, asla durdurulamayacak ve engellenemeyecek bir şeye direnmek boşunadır. Yaşamdan ölüme doğru gitmek varoluşun bir gereğidir. Kalbin atış sayısı kaderle sınırlıdır. Tıpkı Shiller’in dediği gibi… Kalbin atışı, kaderin sesidir…

Şems’in en sevdiğim hep kullandığım sözüyle bitsin bu yazım: “Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU