Arkaik dönemlerde, Çu hanedanlığında yaşayan bir bilge varmış. Öyle çok seviliyormuş ki, ta uzaklardan ona danışmaya, onu dinlemeye gelirmiş insanlar. Hanedan gücünü kaybetmeye başladığını hissettiği sıralarda bu bilgenin ününü işitmiş. Onu alıp saraya getirmeleri için adamlarını gönderdiği her defasında elleri boş geri dönüyorlarmış.

Bir gün bilgenin dinleyeceğinden emin olduğu hatırlı adamlarını göndermiş bilgeye. “Hanedan der ki,ne dilerse dilesin benden,saraylar hanlar, yeter ki benimle burada kalsın hanedanlığı birlikte yönetelim”demişler.

Bilge: “Duydum ki sarayda hanedanın çok sevdiği altın kaplı, sedef işli, değerli taşlarla süslenmiş bir oda varmış.” “Evet doğru var.” demişler saraydan gelenler. “Duydum ki, yine bu odada, altından yapılmış pırlanta ve zümrütlerle bezenmiş çok güzel bir sanduka varmış.” “Evet doğru.” demişler. “Ve bunun içinde hanedanın pek çok sevdiği ve gözünden sakındığı bir kaplumbağa varmış babasından kalan.” “Evet bu da doğru.”demişler.

O sırada yanlarında durdukları bataklıktan,zor bela sürüne sürüne geçen, çamur içindeki kaplumbağayı göstermiş bilge saray adamlarına ve demiş ki: “Varın gidin Hanedana söyleyin ki: ben altın bir sandukanın içinde yaşamaktansa, kuyruğumu çamurlarda çarpa çarpa yaşamayı tercih ederim.”

Daha biz çocukken özgürlüğün yerine korkunun içinde yoğrulduk, kaybetme duygusunda harmanlandık ki, korkunun olduğu yerde akıl çalışmaz.İşimizi kaybetmekten korkuyoruz, karımızdan kocamızdan korkuyoruz.Komşunun gözlerinden, dostların dillerinden, ölmekten, gelecekten korkuyoruz.
Bağımlılıklarımız var ve onları kaybetmekten korkuyoruz. Sigara, alkol, iş bağımlılıklarımız, paraya, hatta çocuklarımıza olan bağımlılıklarımız.

Yaşam gerçekten çok güzel ve muhteşem iken, bir o kadar da kısa iken, güvende olduğumuzu bilmeden kapıldığımız korkularımız.Oldurulduğumuz korkularımız…

Biz daha bebekken bize yüklemeye ve atfetmeye başladıkları kimliklerimizin yüküyle, taklit etmeye, benzemeye, benzetilmeye, uymaya zorlandığımız. Hepimizin tek tip görünüşe, saça vücut tipine zorlandığımız, aynı şeyleri yemeye, içmeye, giymeye özendirildiğimiz, yozlaştırıldığımız, kendi doğamıza bile yabancılaştırıldığımız. Ancak bu şekilde,yaşamın kolay ve güvenli olduğunu sandığımız,saklandığımız korkularımız.

Bazen de korktuğumuzu saklamak adına, en derin sandukalara kilitleyip, ruhumuzun en derin okyanuslarına fırlattığımız, anahtarlarını bile kırdığımız korkularımız…

Ama buna yaşamak diyebilir miyiz? Bu korkunun yoludur gerçeğin değil. Yaşamak insanın doğru olanı kendi çabasıyla bulmasıdır. Bunu da ancak özgür olduğumuz zaman yapabiliriz.

Akıl özgürlük içinde olduğumuz zaman, hiç bir korkuya kapılmadan, belli bir kalıba girmeden, gerçek olanı, doğru olanı bulmamızı sağlayan bir yetenektir.

Özgür olmak, bir tek canının istediğini yapmak ya da elini kolunu bağlayan dış koşulları kırmak demek değildir.Bağımlılık sorununu tam olarak anlamaktır.

Bağımlılık, her tür ruhsal bağımlılık, bir tepkidir.Bağımsızlık daha ileri bir tepkidir. Özgürlük aklına eseni yapmak, başka insanların özgür alanına girmek saldırmak değildir. Özgürlük bir tepki değildir, Krişnamurti’nin dediği gibi özün gür olmasıdır…

Çağımızda özgürlük diye bir şey yok, özgürlüğün anlamını bile bilmiyoruz. Son moda emperyalizmin global medyanın ve tüketim çılgınlığının subliminal saldırısı içinde, bir saniyede binlercenanoteknolojik gönderilere rağmen özümüzü gürleştirmeyi başarabileceğimizi biliyorum.

Kendi hayatımızın sorumluluğunu aldığımızda, iç dünyamız zenginleştikçe, dış dünyamız sadeleşecek.Bağımlılıklarımızın farkında olmak köleliğimizi sonlandırmanın ilk adımıdır.Kendi yaşamını ve geleceğini bir insana bir maddeye bağlamayacak kadar biricik ve değerliyiz. Hiç bir kar tanesinin başka bir kar tanesine bile benzemediği şu evrende tek ve bir taneyiz. Bizden bir tane daha yok! Ve çok değerliyiz! Kuyruğumuzu çamurlara çarpa çarpa yaşamayı hak ediyoruz… Her birimiz…

Hindistan’da yaşayan bir tüccar, bir gün denizaşırı bir ülkeye gidecekmiş. Karısına kızına ve çalışanlara bir şey isteyip istemediklerini sormuş. Hepsi bir şeyler ısmarlamış getirmesi için.Tam gidecekken son anda altın bir kafeste yaşayan çok sevgili papağanı gelmiş aklına. Gidip ona da sormuş. Papağan demiş ki “Ben birşey istemiyorum, herşeyim var, ama çok uzaklardaki hemcinslerime selam söyle ve benim iyilik haberlerimi götür.”

Adam denizaşırı ülkede işini bitirdikten sonra, herkesin ısmarladığı hediyelerini almış.Yine tam dönecekken sevgili papağanının isteği gelmiş aklına ve onun söylediği yere hemcinslerinin yanına gitmiş. Altın kafesteki papağanının mutluluğunu ve selamını iletmiş ki… Daha son sözünü bile bitirmeden…Bütün papağanlar patır patır kumlara düşmeye başlamışlar. Ağaçtakiler… Uçanlar… Hepsi… Tek tek ölmüşler.

Adam üzülerek oradan ayrılmış ve ülkesine dönmüş. Herkesin hediyesini tek tek vermiş. En son papağanının yanına gitmiş. Onu üzmeden nasıl anlatabileceğini düşünüyormuş. “Hemcinslerinin yanına gittim. Hepsini gördüm. Cıvıl cıvıl oynaşıyorlardı, mutlu görünüyorlardı. Ama senin selamını söylediğim anda, hepsi tek tek yere düşmeye ve ölmeye başladılar. Hepsi öldü. Anlayamadım ben. Çok üzgünüm.” Diyecekmiş ki daha sözünü bitirmeden papağanı kafesin içine düşüp ölmüş. Cansız yere serilmiş.

Adam hem çok şaşırmış, hem de çok üzülmüş. Ne oldu da bunlara hepsi birden bir anda öldü diye düşünüyormuş.
Kafesin kapağını açmış, yerde yatan papağanı incitmeden avucuna almış. Havuzun kenarına koymuş. Hem ağlıyor, hem düşünüyor, hem de onu gömmek için toprağı eşeliyormuş ki papağan birden uçup bir ağaca konmuş. Adam çok şaşırmış ve papağana ne olduğunu sormuş.

Papağan sahibine demiş ki: “Sen bana çok uzaklardan hemcinslerimden bir mesaj getirdin!”
“ÖZGÜRLÜK İÇİN GEREKİRSE ÖNCE ,ÖLMEK GEREKMİŞ!!!”

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU