“Kadın doğulmaz, olunur” diyordu Simon de Beauvoir “İkinci cins” kitabında. Kadının kutsal annelik rolünü, ikincil kişi olmayı, silik kişiliği ve parazit gibi yaşama dürtüsünü anlatıyordu.
Vatikan kitabı kara listeye aldı hemen. Erkeklerin merkez olduğu bir toplumsal cinsiyet rejimi içerisinde kadının nasıl “öteki” olduğunu, efendi-köle, ben-öteki ve kadın-erkek ikircikliğini anlatıyordu.
Biyolojik farklılığın ikincil olma nedeni olamayacağını şiddetle eleştirirken, buna karşılık kadınların doğurganlıklarını, kendi varlıklarını gerçekleştirmek için bir araç olarak kullandıklarını, bilhassa erkek çocuk doğurmanın, erkek egemen dünyada bir varoluş ayrıcalığı olduğunu sandıklarının altını çiziyordu. Toplumun sözleşme içinde yaşamaya başladığı andan itibaren bu hep böyle oldu. Toplum ataerkil olmaya zorlandı. Kadın sadece doğurganlığı ve anneliği ile toplumda yer alabildi. Ondan beklenen sadece evlenip, çocuk çoluk sahibi olmasıydı. Toplumsal yaşamda yer alabilmesi için çocuğa çoluğa karışması gerekirdi. Önceleri filan beyin kızı olan kadın, sonra da filancanın karısı olmaya mahkumdu.
Doğuda daha bebeklerle oynayan küçücük kız çocukları zorla evlendirilirken, kendi babaları, erkek kardeşleri, kocaları hatta sevgilileri tarafından, töre cinayetlerine kurban verilen kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Aile içi şiddete maruz kalan kadınlar, ya korktukları için ya da gururları incinmesin diye hala gizlemek zorunda kalıyorlar. Tacizler, tecavüzler durmak bilmiyor. Hatta tecavüz mağduru kadınlar töre cinayetlerine mahkum ediliyor. Bu adamların kendi annelerine, kız kardeşlerine sevgisi olsaydı bunları başka kadınlara yaparlar mıydı acaba?
Hala sokaklarda tedirgin olmadan, huzur içinde yürüyemiyor kadınlar. İstediği saatte sokağa çıkamıyor. Günün her saatinde erkeklerin rahatsız edici bakış ve sözlü tacizlerine maruz kalıyorlar. Trafikte kadın olduğu için sıkıştırılıyor, yürürken arabalardan kaçmak zorunda bırakılıyorlar. İş hayatında çifte standartlara maruz kalıyor, aynı işi yapan erkekten daha az maaş alırken, erkekler karşısında terfi, yükselme ve ilerleme şansları olmuyor. Hatta ciddi ciddi mobbinge maruz kaldıklarını biliyoruz.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile oy hakkı için mücadele etti kadınlar. İngiltere’de bile kendilerini zincirlediler, kamu binalarını kundakladılar. Hatta bir eylemci kadın kralın atının önüne atlayarak öldü. Hepsi hapse atıldı. Hapishanelerde açlık grevine başlayan kadınlar zorla beslendi. Oy kullanmak nasıl sadece bir erkeğin hakkı olabilir, anlamak mümkün değil bunu! 19. yüzyılın sonuna kadar, kadınlar şimdi sahip oldukları birçok haktan yoksundular. Mülkiyet sahibi olamıyorlar, ticaretle uğraşamıyorlar, anlaşma imzalayamıyorlar ve miras hakkından yararlanamıyorlardı. Avrupa’da erkek çocuk sahibi olmayan mülk sahipleri, mülklerini kız çocukları yerine, erkek yeğenlerine, onlar da yoksa en yakın erkek akrabalarına bırakıyordu. Nasıl bir trajik komediymiş bu anlamakta zorlanıyorum. Bugün bile dünyada kadınların sadece % 1’inin, Türkiye’de % 8’inin konut sahibi olması cinsiyetçi kültürel uygulamaların yaygınlığının bir ifadesi değil de nedir? Artık kadınlar da erkekler kadar ağır şartlarda çalışıyor ama mülk sahibi olamıyorlar hala.
Hala toplumların çoğunda kültür ve gelenekler, kadınları değil, erkekleri politik aktör olarak onaylar. Daha çocukken, kız çocuklarının çeşitli öğrenme süreçleriyle, ödül ve ceza yöntemleriyle, siyasetle ilişkisi kesilir. Siyasetin onlar için uygun olmadığı öğretilir. Annelik, çocuk bakımı, yemek ve temizlik teşvik edilir. Erkek çocuklarının arabayla, silahla, teknik aletlerle dolu oyuncaklarla oynaması sağlanır. Kamusal alan, politikanın ve siyasal süreçlerin yapıldığı alan, sadece erkeklere ait iken, özel alan yani hane içi alan ve günlük hayatın günlük ihtiyaçlarının karşılandığı alan kadına aittir. Dolayısıyla aile içi eşitsiz ilişkiler, ev içi emeği, çocuk bakımı ve aile içi şiddet gibi konular daima siyasi iradenin tartışma ve düzenlemesi dışında bırakılır. Bu nasıl bir tezat ki, katilleri, teröristleri, diktatörleri ve bütün bu sert ve bencil, patriarkal erkekleri de bir kadın büyütüyor, yetiştiriyor ve eğitiyor!
Umutsuz değilim… Kadınlar uyanıyor… Kadınlar diğer kadınları fark etti… Kadınlar yalnız değil artık! Uyananlar, uyanmayanları uyandıracak!
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU