Dekart’ın “Ruh ve bedenin birleştiği yer” dediği, iki kaşın tam ortasındaki, fizyolojik olarak da şekil olarak da normal insan gözüne ve retinasına tıpatıp benzeyen organımız. Beynin tam ortasındaki epifiz bezi yani pineal bezimiz. Kimilerinin “kalp gözü” dediği şey, psişik algı merkezimizdir. Beyindeki her şey simetrik olmasına rağmen, sadece epifiz bezi tektir ve sadece bir bezelye büyüklüğündedir. Hipofiz bezinin hemen arkasındaki oyukta yer alır ve görüntüsü Mısırlıların “Ra” dedikleri, Horus gözü epifiz gözünün tıpatıpı olarak tasarlanmıştır. Yapısı çam kozalağına benzediği için, latince çam kozalağı anlamına gelen “pineal”den alır adını. Normal gözden farkı, kapalı olmasına rağmen zifiri karanlıkta bile ışığı algılıyor, bu yüzden biz uyurken bizi seyreden birisi olduğunda sıçrayıp uyanıyoruz, bu yüzden gözlerimiz sımsıkı kapalıyken, derin karanlıkta bile sırtımıza tutulan bir el lambasının ışığını algılayabiliyoruz. Birçok dinde ve arkaik medeniyetlerde kutsal sayıldı. Firavunlar yılanlı başlıklarını üçüncü gözün tam üstüne koyarlardı. Sümer tanrılarının yani anunnakilerin ellerinde tuttukları şey, papaların asasındaki kutsal kozalak, Buda’nın saçlarında tasarlanan kozalaklar, Hintlilerin iki gözünün tam ortasına boyadıkları şey, Horus’un gözü epifiz beziyle yani üçüncü gözle bağlantılıdır. Mısırlılara göre üçüncü göz, ruhun bilinmeyeni gördüğü en gizemli şeydir. O dönemlerde bu kadar spesifik bir tıp bilgisine nasıl sahip oldular hala bilinmiyor olsa da, epifiz bezini ayrıntılı tanıyorlardı. Epifiz bezinin iyi beslenmesi ve korunması gerektiğini, karanlıkta aktive olduğunu ve işlevlik kazandığını, ışıkta köreldiğini biliyorlardı, bu yüzden firavunların mezarları olan piramitler ışık almayacak şekilde tasarlanıyordu.
Florür maddesi, epifiz bezinin kireçlenmesine ve körelmesine neden olduğu için, birçok bilim insanına göre florürlü diş macunları kullanılmamalı ve akşam yatmadan önce diş macunu kullanılmamalıdır. Epifiz bezinden salgılanan hormonlar güçlü olmayı, boyun eğmemeyi, karşı çıkmayı sağlayan hormonlar olduğu için, İkinci Dünya Savaşı’nda daha çok itaat etmeleri için askerlerin yiyecek ve içeceklerine florür konmuş ve epifiz bezlerinin zayıflaması ve dengesinin bozulması istenmişti. Daha sonra askerlerde bunun başarılı olduğunu gören iktidar ve güçler, insanları ve halkları daha kolay itaat ettirmek için en çok kullanılan şeylerin yani diş macunlarının içine florür koymaya başladılar. Epifiz bezinin salgıladığı en önemli hormonlardan birisi, serotonin ve melatoninle birlikte DMT’dir. DMT bilimin ona verdiği isimle “Ruh molekülü”dür ve en çok doğum ve ölüm anında salgılanır. Şamanların transa geçmek ve öteki alemle bağlantı kurmak için kullandıkları “Ayahuasca” bitkisinde de bu hormon var. Kutsal ve şamanik bir iksir olan “ruh asması”nın yapımında bu bitkiyi kullanırlardı. Ayrıca “kargı kamışı” ve “üzerlik tohumu” da bu hormonu salgılıyor. Kadim bilgelikte, üzerlik çayı din adamları ve rahipler tarafından tapınaklarda, çay olarak içilirdi. Mevlana ve Şemsi Tebrizi’nin de gerçeği görmek için üzerlik tohumu içtikleri biliniyor.
Asur, Babil, Sümer tanrıları ellerinde epifiz bezi tutarken çizilmişlerdir. Hristiyanlıkta “kutsal kozalak” adı verilen epifiz bezi, Vatikan’ın bahçesini bir heykel şeklinde süsler. Papaların ve antik yunan tanrılarının asaları, hatta Hitler’in masası kutsal kozalakla süslenmiştir. Masonların “Aklın ışığı ya da Bilimin ışığı” dedikleri çam kozalağı bütün mason localarının duvarlarını süsler Avrupa’da. Yine bir çam kozalağının içinde gönderirlerdi ölülerini Antik Güney Amerika’da. Lamaizm de ise astral bedenle, fiziksel bedenin arasındaki ilişkiyi, sonsuza dek uzayabilen bir “gümüş kordon”un sağladığına ve gümüş kordonun bu epifiz bezine bağlı olup, buradan çıktığına inanılır.
Bebeğin anne karnında bir göbek bağı ile bağlı olduğu ve doğduktan hemen sonra bu bağın kesilmesiyle, anne karnındaki hayatın sonlanması gibi, insanın bu gümüş kordonla epifiz bezine bağlı olduğu ve böylece fiziksel canlılığının devam ettiğine inanılır. Ölüm anında ise gümüş kordonun kopmasıyla bu varlık realiteden kopup, başka bir realitede varlık bulur. Bu gümüş kordona bir şey olmadığı sürece, insanın bu realitede varlığı devam eder. Rüya da bu gümüş kordon aracılığı ile, epifiz bezinden kopmayan ruhun gezintisidir ve saniyenin küçücük parçalarında olmasına rağmen bazen aylarca sürmüş gibi olması da gerçekte zaman ve mekanın bir illüzyon olmasındandır. Evrenin her yerinde, epifiz bezinden kopmadan, bu gümüş bağla gezinip gelen ruh, gördüklerini işittiklerini, kişinin bu realitedeki inançlarına ve imgelerine uygun hale getirip, bilgiyi dönüştürür ve anlayabileceği mantıklı bir şekle getirir. Çoğunlukla insanlar eğitilmemiş oldukları için verilen mesajları ya yanlış yorumlar, ya da hatırlayamazlar. Ama herkes çok uzaktaki bir sevdiğini görmüştür rüyasında, ya da hiç bilmediği mekanlarda gezmiş, hiç tanımadığı insanlarla konuşmuştur, bilmediği şeyleri yapmış, hatta uçmuştur bile kuşlar gibi. Tibet’te bu duruma” Astral Seyahat” denir ve aslında bu yetenek her insan da vardır. Sadece eğitimsiz ve farkındalıksız olduğumuz için bilemeyiz, yapamayız. Bazen tam uyumak üzereyken, ya da uyku içinde, sanki bir boşluğa ya da bir uçuruma düşmüş gibi, korkuyla ve ani bir sıçrayışla uyanırız ya, işte bu tam da odur. Yani tam olarak uyku derinleşmemişken, astral bedenin fiziksel bedenden dışarı çıkmasıdır ve iki bedenin sert bir şekilde ayrılmasındandır. Bedenin ani hareketiyle, gümüş kordon büzülür ve astral beden fiziksel bedene geri döner. Astral bedenin, ipin ucundaki bir balon gibi, gümüş kordonla bağlı olduğu epifiz bezinin ucundan, nazlı nazlı salınırken bedenin dışında, yüksek bir ses ya da bir hareketle, hızlıca bedene geri dönmesiyle, insan sanki tam uçurumdan yuvarlanmak üzereyken uyanmış gibi bir korkuya kapılır.
İncil’de “Gümüş kordon kopmasın, altın kase kırılmasın” şeklinde bir deyiş vardır. Yine Tibet inançlarında ölüm anında, fiziksel ve ruhsal bedenleri birleştiren bu gümüş kordon incelip incelip kopar ve ruh bedenden ayrılır. Aslında bütün bu bilgilere sahip olan ruhsal varlığımızın, yaradılışa dair hemen hemen bir çok şeyi biliyor olmasına rağmen, bu realitenin gerçekliği bu olduğu için, unuttuk ve unutturulduk. Bütün çabamız bu realitenin dışındaki özümüzü keşfetme ve yeniden kendimizi bulma çabası. Yani tasavvuftaki şekliyle “ölmeden önce ölmek” çabası… Zaten atalarımızın “ölünce gözümüzdeki perde kalkıyor ve uykudan uyanıyoruz” dediği şey bu olsa gerek…
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU