Kuşlar kendilerine bir kral seçmek isterler. Krallığa Simürg’ü Anka Kuşu) uygun bulurlar. Simürg çok uzaklarda, Kaf Dağı’nda yaşıyordur. Hep birden ona gidip önünde yere kapanmak ve biat etmek için yola çıkarlar. Daha bir kaç ay geçmeden kuşların yarısı yorgunluktan düşüp ölür. Yol çok uzun ve çetindir. Amaçlarına ulaşmak için yedi ayrı alan geçmek zorundadırlar. Bu sırada milyarlarca kuş daha ölür. En sonunda bu milyarlarca kuştan ancak otuz (simürg Farsça’da otuz demek) tanesi kalır. Onlar da bitkinlikten yorgunluktan can çekişiyordur. Artık uçamıyorlardır ama nihayet kaf dağının eteklerine ulaşmışlardır sonunda. Sürüne sürüne, yürüyerek, tırmanarak, aylar süren yolculuktan sonra nihayet kaf dağının tepesine ulaşırlar. Önlerine altın kaplamalı, fildişinden yapılmış, elmas ve gümüşlerle bezenmiş, zümrüt ve yakutlarla işlenmiş devasa bir saray çıkar. Sarayın kapısından içeri girerler. Sarayın dışı içinin pırıltısı ve heybeti yanında hiç kalır. Onları heybetli ve ihtişamlı, hiç görmedikleri kadar güzel bir hizmetli karşılar. Ona kralı (Anka Kuşunu) görmek ve ona saygı ve sevgilerini sunmak için çok uzaklardan geldiklerini söylerler. Hizmetli onları muhteşem güzellikte bir salona götürür ve beklemelerini söyler. Aradan bir kaç dakika sonra elinde incilerle süslenmiş otuz tane aynayla salona geri döner. Her birinin ellerine bu otuz aynayı tutuşturur. Bir de bakarlar ki buldukları Simürg (Anka Kuşu) kendilerinden başka bir şey değildir.

Feridüddin Attar, Mantık-ut-Tayr adlı eserinde anlattığı Zümrüdüanka hikayesinde ” Tanrıyı arayan kendisini bulur” demek ister. Firdevsi Şeyhname’de, Mevlana Mesnevi’de zümrüdüanka’nın diğer öykülerini anlatmıştır. Bir çok medeniyetlerde, Eski Mısır’dan Çin’e, Mezopotamya’nın bütün medeniyetlerinde Asur, Elam, Babil, Sümer’de, Yahudi ve Hristiyan dinlerinde bu kuş mitinin yorumları yapılmış ve insanın öz değeri ve kendini bilmesi olarak, simgesel olarak zümrüdüanka anlatılagelmiştir.

İnsanın en büyük yolculuğu kendine yaptığı yolculuktur. En çetrefillisi, en karmaşığı, zorlusu, uzunu, dikenlisi, taşlısı. Kendi merdivenlerinde düşe kalka, yuvarlana yuvarlana inip çıkmak kolay değildir. Eski Yunan’da Delfi Tapınağı’nın girişindeki yazı: “Kendini Bil!”. Matrix” filminde Neo’nun Kahin’i ziyarete gittiği sahnede, evde mutfak kapısının üzerinde yazılı olan cümle: “Kendini Bil.”

Yunus’un “Bir ben vardır benden içerü”sü gibi, hadis de “Kendini bilen rabbini bilir” der.

İnsanın en büyük iç huzursuzluğunun ve içsel kavgasının sebebi ” BEN’LİĞİ” ve bütünden kopuşudur. Her birimiz bir bütünün parçaları ve zuhur etmiş haliyiz. Bize ruhundan üfleyen yaradana nefesle bağlı olduğumuzu, şah damarından daha yakın olduğumuz sırrını unutmuşuzdur. ” İnsan benim, ben insanın sırrıyım” diyeni unutan ve bizdeki emanetlerin farkındalığında olmadan BEN’liklerimizin içinde kaybolup gidiyoruz. Kendini bilen, haddini bilir. İçindeki sonsuz alemi bilir. İç dünyanın sonsuz güzelliği, uçsuz bucaksız genişliği, en derinlerdeki gizemi solundukça BEN’liğin yerini TEK’lik kaplar ve hayranlık kaplar. İşte sonsuzluk ve AŞK’ın harmonisi, burada “TEK’liğin dansına” dönüşür. Ezeli ve ebedi olanla, her şeyi bilenle kopuşumuzdur içimizdeki kocaman boşluğun ve huzursuzluğun nedeni. Herbirimizin ondan bir parça olduğumuzu unutuşumuzdandır hırçınlığımız. Bu ayrı düşmüşlük hissindendir yalnızlığımız ve hissettiğimiz acı. Her insanın aynamız olduğunu, bize aynalık ettiğini, her öfkelendiğimiz kızdığımız sinirlendiğimiz insan ve olayların bizim bir parçamız ve bizim bir özelliğimiz, başka bir yanımız olduğunu; derinden, içimizde bir yerlerde bildiğimiz yüzündendir.

Zümrüdüanka gibi yanıp yanıp, küllerimizden yeniden doğmanın keyfini sürmek ne güzeldir. Karşılaştığımız her olayın ve insanın bizim en büyük öğretmenlerimiz ve aynamız olduğunu bilmek ve kişisel algılamamak. Dünyanın bir yanı yangın yeri iken, başka bir yeri neden gül bahçesi gibidir bundandır işte. Dersimizi almak ve bunun bizimle ilgisini anlamak zorundayız ki tekamül yolculuğumuzda başka kapılar açılabilsin ve aynı şeylerle tekrar tekrar karşılaşmayalım.

Kendi tozlu topraklı taşlı yollarımda yoluma devam ederken; kendimden başlayarak siz aynalarımın ve siz parçalarımın da yollarındaki taşları çakılları, elmaslara zümrütlere dönüştürmeye ve karanlıktan aydınlığın olasılıklar dünyasına geçişimize niyet ediyorum… Hepimize huzurlu yolculuklar… Aşkla ve ışıkla…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU