Her dinin spiritüel öğretileri vardır, bizim dinimizin spiritüel öğretisi ise tasavvuftur. Tasavvuf aslında dipsiz bir kuyudur, en büyük sırlarından biri kuyunun dibindeki suya baktığınızda, kendi yansımanızı görmenizdir.
Peki, neden spiritüel bir öğretiye ihtiyaç duyarız?
Bütün semavi dinlerde bozulmalar yaşandığı için, tekrar tekrar yeni kitaplar ve öğretiler geldi ama elimizde bozulmadan kalan tek kutsal kitap “Kur’an” ile yolumuza devam etmeliyiz.
Bütün dinlerin kutsal kitapları, ahlaki ve toplumsal kurallar üzerine kurulmuş ve yazılmıştır, tıpkı bizim kitabımız gibi. Tevrat’da 10 emir ile insan olmanın anayasasını veriyor, zira tüm kutsal kitaplar bu anayasayı içerir ve tüm dinler bu anayasayı yansıtır.
Tasavvuf ise, Allah’ı önce akıl ile keşfetmeye çalışarak, sonra da gönlümüze düşen aşkla anlamaya çalışmanın yolculuğudur. Bu yolculuk öncelikle, rüyadan uyanmakla başlar.
Dünya, sadece rüya gördüğümüz bir mekandır. Gerçekte ne zaman vardır, ne de mekan. Bunun farkına vardığımızda, uyanma başlar.
Bu dünya da, güç, servet, sağlık, para, aşk, aile her insanın sahip olmak istediği her şeye sahip olsak da, hep bir eksiklik, azlık, hoşnutsuzluk ve huzursuzluk içinde oluruz. Sahip olduğumuz her şey yetersizleşip, anlamsızlanmaya başlayınca, kafa karışıklığı ve sorular başlar. Burası insanın kendini bulma yolundaki ilk adımıdır.
Neden varım? Ben kimim? Sorularını kendine sormaya başlayan insan başka sorular da sormaya başlar. Peki, beni var eden kim? Bu soruları araştırmaya başladığında insan, birçok negatif mesajla kendini oldukça değersiz hisseder. Neden varım ve beni var eden nedir sorusunun cevabı ise tasavvufta yatar. Elbette bizi var eden Kadir’i mutlak olan yaratandır, neden varım ise onun lütfu yüzünden varız olarak cevaplandırılır.
Kadir-i Mutlak Yaradan insanların ne aklı, ne de kalbi ile anlayabileceği olandır. İnsan anlayışının tümüyle dışındadır. Varlığın ve yokluğun tek sahibinin, insanlarca anlaşılamayan kısmıdır. Bu kısmı, yaratılmış hiç bir varlık tam olarak anlayamaz.
Varlık ve yokluğun üzerine Kadir’i mutlak yaratanın yansıması, Allah kavramıdır. Burada varlığı aklımız, yokluğu ise gönlümüzün sonsuzluğu ile ararız. Bu varlığı ve yokluğu bize gösteren Allah’ın “Rab” olarak yansımış halidir. Peki, neyi keşfederiz? Allah’ın bizi aşk üzere yarattığını. Allah’ın aşk ile insana ve varlığa nüfus etmiş hali ise “Hak” olarak bilinir.
Peki, biz neyiz? Biz, Adem insan ve insanoğluyuz. Adem, kader yüklenmemiş halimiz, cennet makamından uzaklaşana kadar ki, kadersiz olan halimizdir. İnsan Adem’in dünyaya geldiği ilk andaki halidir. Yani yaradılışı ve Allah’ı unuttuğumuz şeklimiz. İnsan dünyaya geldiğinde, kör, sağır, dilsiz ve Allah’ı unutarak gelir. Müthiş bir travma! Nasıl büyük bir travma? Sonsuz ruhun, sonlu bedene girmesi. Ne büyük bir cesaret ve büyük bir ruh hali bu?
İlk doğduğu an’da, bu travmaya düşen ruha, Rabbimiz eşlik etmeye başlar ve insana “Kader” hediye edilir. Rabbimiz bize, eşyayı, yani Allah’ın bilinen sıfatlarını kader tahtasında öğretmeye başlar, bir öğretmen gibi. Böylece insanın, insanoğluna yolculuğu başlar.
İnsan, kendindeki aşkı keşfetmeye başladığında ilk olarak kendine aşık olur. Buna ” İlme-l Yakın” denir. Aklın deneyimleri ve kader ilk olarak bunu öğretir. İlm’el Yakın aşamasından sonra, ikinci aşama, “Ayn-el Yakın”aşamasıdır. Bilmek, bulmak, almak olan bu aşama da, birinci evredeki gizemcilikle Allah’a bilgi yoluyla, bilme yoluyla ulaşan insan, bu ikinci aşama da ise, gönül gözüyle görüyor ve gönül gözünü açıyor.
Üçüncü aşama da ise, önce kendine aşık olan insan, sonra kendini var edene, özlem duymaya, aşk duymaya ve Allah’la bir olmaya başlar, buna da ” Hakk-el Yakın” denir. Gerçeğe ulaşmada en üst aşama budur ve bu aşamaya ulaşan Allah’ın varlığında yok olur.
İşte burada, tasavvuf devreye girer çünkü tasavvufun mayası aşktır. Tasavvuf, aşk yolunda kendini arayan insanın yol arkadaşıdır.
Tasavvufla, Vahdet’e yani Allah’ın birliğine ulaşılır. Onun tek ve eşsizliğini anlamadan önce, ilk aşama “Vahdet- i Şühud” aşamasıdır ki, insanın önce çevresindeki birbirinden farklı varlıkları görmesi ve buna şahit olmasıdır. Yaratılan tüm varlıkta, Allah’ın varlığını düşünmesi ve şahitliğidir. İkinci aşama ” Vahdet-i Kusud” aşamasıdır. İnsan çevresinde gördüğü ayrı ayrı varlıkların aynı özden olduğunu, ayrılıkların biçimsel ayrılıklar olduğunu ama madde evreninin özünün tek bir öz olduğunu anlamaya ve düşünmeye başlamasıdır.
Son aşama ise ” Vahdet- i Vücut” aşamasıdır ki, gelinen en son noktadır. İşte burada tüm varlığın, Allah’ın varlığında kaybolması ve yok olması, birliğin ve tekliğin duygusu ve sezilişi vardır.
Hepimiz için dileğim şudur ki, tasavvufun derin ve dipsiz kuyularında inip çıkarken, zihnin kör karanlığında kaybolmadan, gönlümüzün sonsuzluğundan ve gönül gözümüzün bilgeliğinden ayrılmayalım…
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU