“Varoluş, insanın sıyrılamadığı bir doluluktur.”

Jean Paul Sartre.

Her gün yüzlerce kez varoluşa şükreden bir sufi mistik vardı. Ve daima varoluşa teşekkür edip, her ne olursa olsun, varoluşun ona katkılarını asla geri ödeyemeyeceğini söyleyip, her an dinginlikte kalırdı.

Kendi halkıyla birlikte, kuraklığın, susuzluğun, sefaletin bitirdiği kasabasından, başka bir yer bulmak için yola koyulmuştu o da.

Günlerce aç ve susuz kaldılar yollarda, uyuyacak yer bulamadılar, çölde kum fırtınasının ortasında kaldılar, karşılaştıkları insanlardan yardım yerine düşmanlık gördüler, taşlandılar, kovuldular; sufi yine varoluşa şükretti ve “Allah’ıma ve varoluşuma şükürler olsun” dedi. “Sana minnettarız. Senin bize verdiklerini asla geri ödeyemeyiz..”

Etrafındaki insanlar ve halkı ona öfkelenmeye başladılar: “ Kes artık! Varoluşun bize ne katkısı oldu ki? Niye şükredersin? Niye teşekkür edersin? Alay mı ediyorsun bizimle?”

Yaşlı sufi şöyle cevap verdi: “Aç kaldık, susuz kaldık, taşlandık, yersiz yurtsuz kaldık, lanetlendik insanlar tarafından, geri çevrildik. Bu süre boyunca hep kendimi izledim içimden. Derinden derinden duygularıma baktım. Hiç öfke duymadım. Hiç kızmadım. Düşmanlık, nefret, başarısızlık, hayal kırıklığı hissetmedim, hissetmiyorum da. Bu varoluşun bana verdiği bir lütuf ve bir armağan olmalı. Ona nasıl teşekkür etsem, minnettar olsam azdır. Ah! Bu nasıl müthiş bir hediyedir böyle? Coşkum sonsuz! Eğer bütün bunlar olmasaydı ne bu coşkuyu hissedebilecek, ne de varoluşun derinliğini bu kadar yoğun fark edemeyecektim. Ölürken bile varoluşa teşekkür edeceğim, çünkü ölüm yaşamın doruk noktasıdır ve varoluşun sırlarını verir bize…”

Bir türlü kendi olamayan insan, dünyaya gelişine, fırlatılıp atılmışlığına, bir türlü anlam veremeyen, dünyayla, diğer varlıklarla, insanlarla, olaylarla olan ilişkilerini sürekli sorgulayan insan var olmanın bilincinde olamaz değil mi?.. İlk varoluşçu, Soren Kierkegaard varoluş için; uyanık insanın yaşamını en açık sorumluluğu içinde sürdürdüğü bir bölümüdür, bir parçasıdır. Ancak varoluş, üzerinde düşünmeye elverişli değildir, onu düşündüğümüz anda onu ortadan kaldırmış oluruz. ‘Kendisini düşündürmeyen bir şey vardı’ diyebiliriz ancak, o da şu: var olmuş olan. Kavranamayan, olağanüstü bir şey. Ona ancak sezerek ve inanarak yakınlaşabiliriz.’ açıklamasını yapmıştır. Buna göre varoluş, kavramlarla kavranamayan paradoksal bir ‘şey’dir.

Varoluş felsefesinin üstadlarından Heidegger, insanın varoluşunu hiçlik boyutunda sorgular. Ona göre varoluş, “Varolanı, varolan olarak düşünmek, varlığın kendisi üzerine düşünmektir… Varolma, insanın içinde insan olarak bulunduğu özalanı irdelemek”demektir.

İnsanın kendini tanıması, kendine dönmesi, duyumsaması ve özalanını farketmesiyle olasıdır. İnsan kendisi üzerinde düşünerek içsel varoluşunu keşfedebilir ve kaba varoluştan, şeyler dünyasından, günlük hayattan sıyrılıp kendisi için “insan” olabilir.

Günlük hayatın kaba varoluşu, sadece maddi koşulları içerir. Ancak bunun aşılması ile kararlı yaşama geçilir ve varoluş fark edilebilir. Bu şu demek, varoluşun fark edilebilmesi için günlük hayatın kaba ve maddesel önkoşullarının varlığına ihtiyaç yoktur.

Tek tek her birimiz kendi varoluş koşullarımızda yaşarız ve bu koşulların orta yerinde kendi insan benliğimizin ayırdında olamayız. Kendini algılamaya başlayan insan benliğini oluşturmaya başlayabilir ancak. Ve başka varlıklarla ve insanlar arasındaki farklılığı, orijinalliği ve özgünlüğü görebilir ve özgürleşebilir.

Öte yandan insan, kalabalıkların içinden çıkınca korkmaya, yalnızlaştıkça hüzün ve kaygı duymaya başlar. Hiçliği duyumsamayan insan, hiç’i tanıyamaz ve kendisi için varlık olamaz. Hiçlik duygusu benlik duygusu için itici güç olacaktır ki korku boyutunda Hiç’lik daha derinden duyumsanabilir. . İnsanın kendi Hiç’ini kendi içinde taşıması insan-ı kamil olma yolunda varılacak son noktalardan biridir.

Korkuların en büyüğü olan “ölüm korkusu” hiçliğin sınırlarında sıfırlanabilr ve Hiç’lik Hep’liğe dönüşür.

Son kerte; insan hiçliğin hepliğini içinde ve her atomunun parçasında, proton ve elektonlarında, nötronlarında, kuarklarında, yani kendi içindeki mikrokozmozunda taşır. İçindeki dürülü bükülü evrenlerin farkındalığındaki insan, varoluşun her bir zerresini özünde hissederken HİÇ’liğinin HEP’liğinde doyumsuz huzura kavuşabilir…

Bu ne büyük bir varoluşsal doyumdur…

Varoluşun içinde akıp gitmek, kendi içindeki ve dışındaki her şeyle, varlıkla, doğayla, olan biten her şeyle bir olup akmak, huzurun, dinginliğin, var olmanın olmazsa olmazıdır. Böylece daha uyanık, tetikte, biliş içinde, mevcudiyet içinde en büyük uyanışa ve kurtuluşa, nihai özgürlüğe varmış olacağız…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU