Kalbimizin içine bir define gibi gömdüğümüz binbir gece masallarından, gerçeğin dünyasına uyanmak hiç de kolay olmadı. Hatta belki de derimizin altına, daha bir diplere nüfuz eden kardeşliğimizi, dostluğumuzu uyandırıp, saklandığı oyuklardan gün yüzüne çıkardı ve yeniden ve yıllar sonra.

Şimdi verandamda sallanan koltuğumda, yüzümde hüzünlü bir sırıtış Nemrut’a tırmanışımızı hatırlıyorum…

Tipinin keskin çığlıklarını, hırpalayan soğuğunu, cam kırıkları gibi kesici ayazını, donan parmaklarımızı, uyuşmuş vücudumuzu. Her şeye inat, çılgın 82’lilerin vazgeçmeyişini…

Birbirimizin kazaklarını, çoraplarını üst üste giymiş, montlarıyla yüzümüzü saçımızı sıkı sıkı bağlamış olmamıza rağmen, açıkta kalan saçlarımız, burnumuz, ellerimiz yapışan karla buz tutmuştu, çıkarıp atamıyorduk. Telefonlarımız soğuktan çalışmıyordu artık. Sihirli ve karanlık sise ve önümüzü göremediğimiz pusa rağmen zirveye ulaştık… Çılgınlığımızdan mı, çocukluğumuzdan bilmiyorum deli gibi gülüyor ve eğleniyorduk hala… Belki de önlenemeyecek bir yenilişin, hayata karşı son direnişleriydi kim bilir… Yok, oluşa doğru giden bu ilahi yolda birbirimize sokularak aşağı inişimiz gibi Nemrut’un zirvelerinden, belki de şu köşenin ardındaki bilinmeyenlere miydi içimizden coşan kahkahalar?

Adımlarımız hiç ağırlaşmadı. Aksine birlikte hep coştuk toy bir şölende dans eder gibi.

Bazen düşer gibi olsak da, belli bir rutini kaybetmeyen yaşam tempomuzun getirdiği yorgunluklara, korkulara, yalnızlıklara, yoksunluklarımıza rağmen, ruhumuzun taşkınlığı, kalplerimizin içkin kendine özel naifliği, ayaklarımızın ritmiyle ahenk ve uyum içindeydi.

Daha önce hiç görmediğim, hatta Alplerin bile hiç bir yerinde görmediğim, yine bize özel ve gerçekten çok hoş; sıcaklık üfleyen bir devasa döküm sobanın etrafında toplandık. Ayakkabılarımın içindeki karları boşalttım, kurutmaya başladım. Kimimiz saçlarını, kimimiz ayaklarını, kimimiz kıyafetlerini kurutuyordu. Daha kuru ve sağlam olanlarımız mis kokulu tarçın çayı, kahve ve çay dağıtıyordu bize.

Biz ülkenin dört bir yanından gelmiştik her birimiz. Hatta Filistin’den Marwan’ımız, İran’dan Fatima’mız, İngiltere’den Çiçek’imiz, Berlin’den Funda’mız vardı. Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 1982 girişli olmak; kısacası “82 Senfonisi” olmak değildi tek ortak yanımız. Bizim sonsuz kardeşliğimiz, ilahi sevgimiz ve hepimizin tekliği idi. Ne bir din, ne bir ırk, ne de bir mezhep, siyasi düşünüş bizi birbirimizden ayıramazdı. Ve de öyle oldu… Bazen Selçuk Reis, nazar değmesinden korksa da, bunu sık sık dile getirse de, ben ilahi koruma altında olduğumuzu düşünüyorum. Bu gezegenin; bu dostluğun ve bu kardeşliğin mayasına ihtiyacı var ki mayalansın tüm gezegeni sarsın bu kardeşlik ve dostluk türküsü… 82 Sevdalinkası…

12.000 yıllık Göbeklitepe’de kutsadığımız kardeşliğimizi, peygamberler şehrinde noktaladık.

Kazancı Bedih’in çırağı Kazım Çiriş’in muhteşem Urfa türküleriyle, Urfa halk oyunları gösterileri, Davulcu Abdi’nin ateşle dans ettiği inanılmaz davul şovlarıyla, önümüzde hazırlanan çiğ köfteden, Urfa’nın içli pilavlarının ve eşsiz kebaplarının sunulduğu, “Şıllık” tatlısıyla sonlanan “SIRA GECELERİ”ni anlatabilmek imkansız. Hep birlikte zılgıt çektiğimiz, halay çektiğimiz sıra gecelerini Kazım Kiriş’in bir sürpriziyle ” İZMİR MARŞI”yla bitirdik… Bitirdik diyorum ama bitiremeyiz…

Artık altın anılar tutuyoruz avucumuzda… Ve şimdi her birimiz yine dört bir yana ayrılırken… Devasa dalgaların dövdüğü yalnızlıklarımıza dönsek de; kendi fırlatılmışlıklarımızın içinde kaybolmak yerine, bir kez daha yalnız olmadığımızı düşledik her birlikte…

En güzel düşlerimizi süsleyen, bin bir gece masallarını bir ince kelebeğin kanadında; renk renk avucumuza konduruveren… Mezopotamyanın aristokrat şövalyesi; asil ruh…. Sen sadece Şanlıurfa’nın nam-ı diğer “Hartavizade Müslüm Ağa”sı değil; bizim de kalbimizin MÜSLÜM BABASI’sın… Sana teşekkür edebilmemizin yolu yok. Lütfen teşekkürlerimizi kabul et…

82 SEVDALİNKASI
Ürkek bir türküde aklanır sevdamız,
Biz Dağı’na çıkarız;
Ne Nemrud!
Kar, tipi, ayaz;
Ne arduvaz grisi gök;
Durduramaz!
Bitmez bu sevda!
Sağanağın ritmiyle çoğalan,
Döne döne savrulan tipinin mırıltısında,
Aşkın dansında;
sevdalinkanın büyüsünde;
Hiç bir büyü ayıramaz bizi!
Kimimiz serçe, kimimiz albatros,
kimimiz arı kuşu;
Aynı sevdanın tuvalinde,
sevdalinka renginde;
Düşlerimiz taze;
mahmur uçuşlarla yıldızlara konmak isteriz;
Ömürler doygun,
Sonbaharın sonsuzluğundan,
ölümsüzlüğe uçmak;
Birbirimizin gölgesinde,
Nemrut’a çıkar gibi, kol kola, can cana;
12 bin yıllık gökselliğin pusunda yan yana,
mağrur ve terkedilmiş tutkuların,
insanlığın en muhteşem kalıtının,
Ortasında eridik, bir olduk…
Gökselliğin lütfu değdi ruhumuza,
Işıklar titredi güzelliğimizde tamlığın;
Sabahlar olmasın diledik, Sıra gecelerinde;
Bitmesin bu rüya…
Sürsün kalbimizin şöleni, aşkın buklesi,
Kutsal yüceliklerin ışıkları,
aşkın koruluğunda titresin;
Bir’liğin sunaklarında sunalım yeminlerimizi!
Ki bu sevda bitmesin!!!
Bizim türkümüz!
Bizim sevdalinkamız bitmesin!!!!
Bu kutlu aşk,
Bu berraklığın düşü,
Binbir gece masallarının büyüsü…
Bütün dünya bir yana,
82 bir yana…

Mukaddes Pekin Başdil

Araştırmacı-Yazar

Kaynak: Denizli Haber

uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU