Bundan bir kaç hafta önce bir arkadaşımın çalıştığı şirkete gitmiştim. İşimiz biraz uzun süreceği için, beklerken illaki bir şeyler ikram etmek istedi. Bugünlerde geriye kalan tek alışkanlığım olan çaya asla hayır diyemezdim elbette ve ince belli bir bardakta tavşan kanı çayım geldi. Gerçekten böylesine büyük bir şirkette ev yapımı, taze demlenmiş, mis gibi bir bardak çay içeceğimi hiç düşünmemiştim.
Ben bütün bu çay detaylarını unutmuştum ama bir kaç gün önce aynı şirkete gitmem gerekti. Yine arkadaşımla bir bardak çay içmeye karar verdik. Ki, şirketin çay ocağında çalışan, yine ilk gün de bana çay getiren Elif Hanım’mış; ben büyük bir nezaketsizlikle hiç yüzüne dikkat etmemişim, yine mis gibi kokan, tavşan kanı çayla çıkageldi. O güzel yüzüne yapıştırdığı hoş gülümsemesiyle bana dedi ki: “Siz şeker kullanmadığınız için kaşık ve şeker koymadım tabağa.”
Ona, büyük bir hayranlıkla teşekkür ettim ve bunu hatırladığı için mutlulukla bir şeyler geveledim. Çünkü üç hafta önce oraya gitmiş ve sadece bir bardak çay içmiştim. Onun bunu hatırlaması beni çok şaşırtmıştı. Adını o zaman öğrendim işte. Gerçekten de ben şekerler ıslanmasın diye şekerleri ve kaşığı gelen tepsiye bırakırım her zaman.
Anlatmaya bu hikayeyle başladım ama illaki bu konuyu açma isteğim buradan kaynaklanmadı…
Yaklaşık bir yıldır, mütemadiyen, aralıksız her gün, saat 13.00-14.00 arasında günün ilk öğünü olan kahvaltımı yaptığım bir cafe vardı. Her gün genelde boş olan aynı masaya oturur, 3 çeşit peynir, 1 yumurta, 10 zeytinden oluşan peynir tabağımı ısmarlar, 2 bardak çayla, yaklaşık 20-25 dakika da bitirir ayrılırdım. İş yerime 50 metre mesafede olduğu için, gün içindeki tüm iş görüşmelerimi ve firmalarla toplantılarımı da burada yapardım. Çalışanların hepsi alışmıştı. Yoğun çalışan bütün insanlar gibi, kendimi ifade etmeye, yumurtanın iyi pişmiş olmasını anlatmaya filan gerek duymuyordum. Çok havalı ve konforluydu benim için. Çocuklar menü bile getirmiyor, “aynısını getiriyorum abla” diyorlardı, esprileşiyorduk, hatta bazen başka bir şey yemek istesem bile, onları yanıltmak istemiyor evetliyordum kahkahayla. Bir gün en çok sevdiğim garson orada değildi. Son haftalarda yeni çocuklar başlamıştı işe. O gün masaların yarısı dolmuştu. 20 dakika kadar birinin gelip ne istediğimi sormasını beklerken, 2-3 kez de işaret ettim, içlerinden ikisine. İkisi de gördüğü halde hiç karşılık vermediler. Son kez birine seslendim, yine başını çevirdi. Şaka mıydı bu? “Bakarmısın? “dedim. Servis için gelecek misiniz, yoksa gideyim mi? Bir zahmet cevap verdi: “Siz bilirsiniz!”…
Hımmm! Dedim. Peki size iyi günler!…
Sahibi orada değildi, çünkü her yerde olduğu gibi, sahibi orada olduğunda çok daha düzgün çalışıyorlardı, bunu iyi biliyordum. Orada olsaydı bir şey fark eder miydi o gün bilmiyorum ama, sevmediğin ve mutsuz olduğun bir işi yapmayacaksın…
Şaka gibi ama ertesi günü sabah, kahvaltı yapmak için yeni yerimi ararken yanımda bir meslektaşım da vardı. Çok uzakta olmayan daha önce de bir kaç kez gittiğim, ama servisini sevmediğim için gitmek istemediğim bir cafeye girdik. Kahvaltı çok güzeldi. Ama asıl servis muhteşemdi. Hatta diğer tarafta alışık olmadığım şekilde bize kahve bile ısmarladı garsonumuz. Bir saatten fazla oturmuştuk. Hesabı ödedik ve kalktık. Biz kapıya doğru ilerlerken, bizden önce kapıya doğru fırlayan garson, kapıyı açtı ve: “Hava çok soğuk, lütfen üşütmeyin!” dedi…
Ben ve meslektaşım aynı anda birbirimize baktık ve ona teşekkür edip gülümsedik. İkimizde yıllarca bunların eğitimini almış ve iş yerlerimizde uygulamaya çalışmıştık; ben yıllarca mesleki eğitimlerde bunları anlatmış ve öğütlemiştim genç meslektaşlarıma…
Artık her gün kahvaltımı orada yapıyorum. Muhammed varsa eğer, mutlaka onun servis yaptığı bölgeye oturuyorum. O, üniversitede mühendislik fakültesinde son sınıfta okuyor ve ona kendi işinde de çok başarılı olacağını anlattım. İnsanları mutlu etmek çok zor bir şey değildir; dikkat edin üşütmeyin kadar kısa bir cümle, bir ömür bir insanı bir mekana bağlayabilir, hatta çoğu zaman mekanın yeri, pahalılığı, çeşidi bile görmezden gelinir.
Ne demiş Einstein: “İşini öyle bir yap ki; yaptı desinler! Çöpçüysen, sokakları öyle bir süpür ki, her yerde seni konuşsun, seni arasınlar!”
Kimine göre bilge, kimine göre peygamber olan Zerdüşt de der ki: “Düşünce iyi düşünülsün, söz iyi söylensin, iş iyi yapılsın! Ya da yapma!”
Yapma….! Sevmiyorsan yapma! Başka iş yap!
Hele kendi işin değilse, zarar veriyorsun demektir. Kazandığın para senin de işine yaramaz…
Sevgili Bülent Gardiyanoğlu hep gerçek bir örnekten bahseder: İki yakın arkadaş vardır. Aynı mahallede büyüyen, aynı yaşta, aynı sosyo-ekonomik yapıda, aynı okuldan. Tesadüfen ikisi de aynı süpermarkette çalışmaya başlarlar. Birisi yorgunluktan bayılır kalır akşamları, o işlerin yetişmediğinden, günlerin yetmediğinden şikayetçidir. Öteki yapacak doğru dürüst işin olmadığından, etrafta dolaşmaktan başka bir şey yapmadığından, can sıkıntısından dertlenir. Soru şudur: Hangisinin parası bereketlidir? Hangisine parası asla yetmiyordur ve hiç bir işini halledemiyordur?
Elbette ki, marketin müşterisi olmasa bile, ürünlerin tarihlerini kontrol eden, tozlarını alan, gün boyu raftan rafa koşup işinin hakkını veren, kazandığı paranın bereketini de görüyordur.
Kaldı ki, sosyolojik istatistiklere göre, müşteri kaybetmenin birinci nedeni % 65 oranla çalışanların davranışları, son nedeni % 8 oranla pahalı olması. Bu çok büyük bir veri…
Müşteri ne ister? Şımartılmak ister…
Müşteri ne satın alır? Siz ne satıyor olursanız olun, elbise, ayakkabı, şarküteri, ev eşyası, müşterinin satın almak istediği tek şey sadece mutluluktur! Louis vuitton’nun genel müdürünün bir konuşmasını dinlemiştim, beni çok etkilemişti.
Bir gün Güney Afrika’da, Hilton’daki odasına yerleşir yerleşmez, en sevdiği içecekle birlikte her zaman okuduğu “le monde” gazetesini getirmişler odasına, ikram olarak. Adam şaşırmış ve otelin müdürünü aramış. En sevdiği içeceği ve okuduğu tek gazeteyi nasıl biliyorlardı? Otel müdürünün adama cevabı aklımdan hiç çıkmadı: “Çünkü 2 ay önce kaldığınız Londra’daki Hilton Otel’inde, bu içeceği ve gazeteyi ısmarlamıştınız. Mutlu olacağınızı düşündük!”…
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU