Son zamanlar, yolu olmayan bir yerde… Hayatın orta yerinde, haritasız bir yolcu gibi oraya buraya savrulurken buluyorum kendimi…
İnişli çıkışlı, yüksek platoların arasında, kışın tam ortasında ömrüm misali; bitmeye pek niyeti yokmuş gibi uzanan, sarp kayaları döven hırçın dalgalarla meşgul zihnim…
Pek sevimli olmayan geçmişin manzalarında yitip giden zamanda asılı düşüncelerim! ” Zaman, Lethe Irmağı’nın suyudur” derler. Yabancı hava da onun gibi içilebilir. Mekan da zaman gibi unutkanlık getirir ve bunu bir insanı tüm ilişkilerinden koparıp onu özgür ve aslına dönebilecek bir duruma getirerek yapar.
Karışmış ruh! Bulanık zihin! Kalın bir karla örtülü bozkırın dondurucu soğuğunda, tanıdık bir koku aramak gibi; taze kar ve çürümüş ot kokusundan başka birşey yok. Bu kalın buzun altında yaşanmışlıkların izlerini sürmek bile kolay değil gibi görünüyor. Yalın hatta sıradan bir anı bile yok neredeyse ki banalite sınırlarının ötesindeki çalkantılı ya da trajik bir yaşamın içinde kaybedilen ruhu aramak imkansız gibi bir şey. Üstelik ruhun zikzakları ve bocalamaları çok girintili çıkıntılı olduğunda; bırak ucunu ipin ve kaybolsun ruh şu karmaşık yaşam labirentinin içinde! Tıpkı Ariadne’nin ipliği gibi! Diyesi geliyor insanın içinden!
(Freudiyen açıdan Ariadne’nin ipliğini bilmek isterseniz Google’da vardır.)
Kah zihnimizin kalın buz tabakası, kah dipsiz labirentler! Sonuç; kayıp ruhlar!
Ya aradıklarımız hiç yoktular ya da imkansız şeyleri istedik deriz. Bazen de hayat başkalarına davrandığından daha acımasız davranıyor gibi görünür bize. Şanssızlıklar peş peşe takılır; hayat en çirkin yanlarıyla yanımızda bitiverir.
Neden mi?
Aslında tek bir neden vardır…
Çünkü biz büyüdük!
Çünkü biz kocaman insanlarız artık! Değil mi? Ne kadar da ağır yüklerin altında ruhumuz ve belimiz büküldü ve ezildik bu yaşamın gerçekliğinde! Ey büyümüş varlıklar! Yukarıdaki ruh hali hiçbirinize yabancı gelmedi değil mi?! Evet bu ruh hali çoğunuzda aynı, ya da kimi zaman aynı değil mi? Ne çabuk büyüdük ve unuttuk içimizdeki küçük çocuğu?
Biz büyüdük ve tüm çocuksu şeyleri varlığımızdan sildik. Artık büyük gibi düşünmeye başlayan zihnimizi kararttık. Oysa çocuk yanımız hiç gitmedi o hep içimizde bizimle birlikteydi! Ve o çocuk, tam bir insan olma potansiyelimizin büyük bir parçası hala; en derinlerimizde bir yerlerde onu kucaklamamızı, onunla barışmamızı ve onu çekip çıkarmamızı bekliyor.
Eğer bebeklerin gözlerine dikkatle bakarsanız, onların gözlerindeki bilgeliği ve derinliği görebilirsiniz. Hala perdenin diğer tarafından kopmamışlardır ve her şeyi hatırlıyorlardır. Buraya doğmanın şaşkınlığını atamamış olmalarına rağmen her şeye sevgi temelinde ve masum bir bakış açısıyla bakarlar onlar.
Çocukluk dönemi bitinceye kadar ki bu 6-7 yaş demek; daima masum, sevgi dolu, samimi, doğal, gerçek, endişesiz, kaygısız ve dürüsttürler. Akıl ve zihin henüz devreye girmemiştir tam olarak. İhtiyaç duydukları her şey aile tarafından karşılandığı için tam bir sevgiyle sevildiklerinden emindirler ve güvende olduklarını bilirler.
6-7 yaşından itibaren kim olduğumuzu unutmaya ve yaşam derslerimizin ve sınavlarımızın içine girmeye başlarız. Ruhumuzla ve yüksek benliğimizle bağlantımız kopar. Yüksek benliğimiz ve ruhtan kopuş bizim annemiz gibi sevildiğimizden emin olduğumuz ve sadece bir parçasını taşıdığımız gerçek yuvamızdan kopuştur. Stresli yaşam burada ve bu an da başlar ve içimizdeki çocuğu oracıkta unuturuz. Oysaki hayatımızda ne oluyorsa olsun, içimizdeki o huzur dolu yeri bulmak daima mümkündür. Güçlü, sevecen, korkacak hiç bir şeyin olmadığını bilen, güvende olduğumuzdan emin olan O YER! Yüksek ben’imizin olduğu yer! Eğer yüksek beninizin sesine kulak vermeyi öğrenirseniz, acımasız, yargılayıcı, eleştirel seslere kulak vermez, onun yerine yuvadan gelen sevgi mesajlarını duyabilirseniz mutluluk ve huzur kendiliğinden uçup gelecek. Ağız dolusu hem de!
Oysaki çoğu insan buna hazır değildir. Kiminiz içsel konuşmaları tarafından korkutulur, kiminizde bu çocuk çok derinlerde gömülüdür. İçinizdeki çocuk da, tıpkı gerçek bir çocuktur ve tüm çocuklar gibi sizin tepkinize karşı aynı tepkiyi verir; sevgi verirseniz sevgi, öfke verirseniz öfke, ilgisiz kalırsanız içine kapanır.
Zihnimizdeki bütün bu geveze ve olumsuz sesler moralimizi bozmakla kalmaz, gücümüzü de çalar. İçsel gücümüzü kaybettikçe dışsal güç devreye girer, korkular baskın hale gelir ve çevremizi kontrol etmeye ve gittikçe kaybolmaya başlarız.
Ya da aciz ve kurban rolüne bürünür, başkalarına bağımlı hale geliriz. Oysaki yüksek benliğin sesini işitirseniz, ne olursa olsun güvende olduğunuzu, çok sevildiğinizi ve her şeyin üstesinden gelebileceğinizi ve olan her şeyin sizin için iyi olduğunu duyacaksınız. Tabi onca olumsuz mesajın gürültüsü arasında yüksek benliğin sesini duyabilirseniz.
Yani içimizdeki çocuğun hala bizi beklediği o yer, yüksek benliğin olduğu yer! Yüksek benlikle ne kadar çok temasta olursak, ya da diğer bir ifadeyle, içimizdeki çocukla; o kadar mutlu olup, sevinç ve huzurla, coşkuyla dolup öyle yaşayacağız…
Peki, bu nasıl olacak?
Çocuksu insanları izleyin. Onların nasıl da sevgi ve sevinç dolu olduklarını göreceksiniz. Hayatı çok ciddiye almayın! Çok ciddi bir şey değil ki! Sadece bir rüya! Yetişkin rolü oynamaktan vazgeçin! Çocuk olun! Her şeyle mutlu olun ve gülün, eğlenin. Eğlenceli insanlarla zaman geçirin, enerjinizi yok eden ve sizi aşağı çeken insanlardan, enerji vampirlerinden uzak durun! Kendiniz gibi olanlarla olun, çocuklar çocuklarla oynarlar! Kendinizi çocuklaştırın! Bırakın deli desinler! İçinizdeki çocuğu ortaya çıkarmanın başka yolu yok! Siz bunu başardığınız da, fazla ciddi olanlarla enerjiniz uyuşmaz zaten ve yavaş yavaş kendiliğinden giderler; “benzer kuşlar birlikte uçarlar” der Maharishi…
Ve çocukları izleyin! Onlarla zaman geçirin! Masumluklarını ve güven duygularını izleyin! Çocuğun doğal halinin “oynamak” olduğunu görün ve siz de oynayın! Oynadıkça eğlenecek ve eğlendikçe çocukluğunuzda kaybettiğiniz parçanıza dokunacaksınız…
Hemen oynamaya başlayın! Acele edin! İçinizdeki hiç büyümeyen 6 yaşındaki siz… Sizi çok özledi!
Her sabah uyumadan önce ve uyanır uyanmaz yataktan kalkmadan önce, 3 derin nefes alın. Gözlerinizi kapatıp sarılın ona, o 6 yaşındaki çocuğa. 6 yaşındaki kaybettiğiniz kendi çocukluğunuza! Ve şöyle söyleyin: KÜÇÜK ÇOCUK! BEN DE SENİ ÖZLEDİM! SENDEN ÖZÜR DİLİYORUM! SENİ ÇOK İHMAL ETTİM, AMA SENİ BİR DAHA HİÇ BIRAKMIYCAM! KÜÇÜK ÇOCUK! SENİ SEVİYORUM…
Mukaddes Pekin Başdil
Araştırmacı-Yazar
Tükendi
Dikkat: Tükenmek üzere!
Availability date:
uyanış aydınlanma mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes pekin başdil mukaddes pekin mukaddes başdil mukaddes mukaddes mukaddes ruhsal rehber kolektif bilinç farkındalık hazartandoğan hakanyedican hakanyılmazçebi abdullahcanıtez bülentgardiyanoğlu ozanpartal sevildeniz cananbekdik cenksabuncuoğlu Bülent Gardiyanoğlu Çağrı Dörter Deniz Egece Zehirli Mikrofon Halil Ata Bıçakçı Erhan Kolbaşı Hasan Hüsnü Eren Prof. Dr. Gazi Özdemir Anette Inserberg Hakan Yedican Ferhat Atik Mustafa Kurnaz Kubilay Aktaş Hazar Tandoğan Alişan Kapaklıkaya Canten Kaya Şanal Günseli Haluk Özdil Binnur Duman Tuna Tüner Eray Hacıosmanoğlu Serpil Ciritci İlhan Berat Yılmam Teoman Karadağ Dr. Ramazan Kurtoğlu Abdullah Çiftçi Abdullah Canıtez Lemurya MU